28 Şubat 2008 Perşembe

Tefal Minute Snack Mini Fritöz



Yandaki fritözü iş arkadaşlarım evlilik hediyesi olarak getirmişlerdi. Aslında neye ihtiyacım olduğunu sorduklarında benim söylediğim birkaç alternatiften biriydi. En sevdiğim hediye modeli :) (SOR-AL)

Eğer siz de 2-3 kişilik çekirdek bir aileyseniz, Tefal'in bu mini fritözü çok kullanışlı. 400 gram patates kızartması, 1 litre de yağ kapasitesi var. Minik olduğu için de dünya kadar yağı içine boşaltmak zorunda kalmıyorsunuz. Kullanımı da temizliği de hem çok kolay hem de çok pratik. Filtresi sayesinde pek koku yapmıyor. İçerisindeki malzemenin kızarıp kızarmadığını anlamanız için cam bir göz yapmışlar fakat buhardan pek içeriyi göremiyorsunuz. Dolayısıyla ara sıra kapağını açıp kontrol etmenizi tavsiye ederim. Tabii yanık patatesler ya da sigara börekleri yemek istemiyorsanız ;)

Carte Dor Passion Serisi (Çilek Aşkı)


Yeni keşfim Carte Dor'un Passion Serisi'nden Çilek Aşkı, ııhhmmmm :) Bilmem anlatabildim mi? Aslında çok yeni deil, geçtiğimiz bahar aylarında piyasaya çıkmış ama ben o zamanlar evlilik hazırlıkları içerisinde olduğum için dondurmaymış, kalorili herhangi bir yiyecek/tatlıymış, gözüm görmüyordu tabii. Görse de görmemezlikten geliyordu. Son birkaç haftadır bizim evin oradaki Şok mağazasında buzluğun içine bakıp bakıp göz kırpışıp duruyorduk. Sonunda bakışma evresini atlayarak tanışma evresine geçtik ve çok da iyi yaptık. Enfes bir lezzet. Eğer siz de benim gibi hem bir çilek sever hem de çikolata severseniz, işte mükemmel karışım ve lezzet diye ben buna derim. Çilekli dondurmanın içerisine kalp şeklinde minik çikolatacıkalr atmışlar, onların içerisinde de çilek sosu. Hem çikolata konusunda da cimri davranmamışlar. Cumartesi'den beri akşamları azar azar yiyordum, bitmesine korka korka. Ama sonunda bitti, dün akşam boş kutusu çöpü boyladı. Hoş, önce bir süre boş kutusuyla da bakıştık vedalaşmadan önce.
Serinin diğer iki çeşidi ise Çikolata Tutkusu ve Karamel Ateşi. Çikolata Tutkusunda çikolata dondurmanın içerisinde brownie parçaları varmış. Karamel Ateşi'nde ise vanilyalı dondurma içerisinde karamel sos. Bir sonraki alışverişte Çikolata Tutkusu'nu almak farz oldu. Yanlış anlamayın sakın, sırf test edip sizlerle paylaşmak için :P
Bu arada lansman döneminde yapılan web sitesine buradan ulaşabilirsiniz. Sitede ufak bir test ile hangi çeşidin sizin tutkunuz olduğu ölçülüyor ve benimki yukarıda da görebileceğiniz gibi tabii ki Çilek Aşkı çıktı.

26 Şubat 2008 Salı

Boleyn Kızı

Aslında Boleyn Kızı'yla ilgili daha önce kişisel blogumda bir yazı yazmıştım. Gerçi o yazıyı yazdığım sırada henüz kitabı bitirmemiştim. Okumamış olanlar için aşağıda bir kısmını paylaşıyorum:
Geçtiğimiz Pazar evde sıkılıp hava almak için caddeye yürümüştük. O sırada Remzi kitapevini talan ederek 4 kitap almıştım. Bunlardan, Aralık ayında filmi gösterime girecek olan Boleyn Kızı'na başladım. Öyle tarihi romanları çok sevmem ama bunun dili gayet iyi, o yüzden okurken hiç sıkılmıyorum ki bu çok önemli çünkü kitap 850 sayfacık :) Kitap okurken mutlaka film gibi kafamda canlandırırım yoksa o kitabı zaten daha fazla okumaya devam edemem. Kitap 1500'lü yıllarda İngiltere sarayında geçiyor. Kitabın konusu üzerinde de yazdığı üzere kısaca şöyle:
"Mary Boleyn, on dört yaşında, masum bir kız olarak kraliyet sarayına geldiğinde, VIII. Henry'nin gözlerini kamaştırır. Gördüğü ilgiyle tüm varlığı alt üst olan Mary, hem altın prensine aşık olur, hem de gayrıresmi kraliçe olarak her geçen gün artan rolüne. Ancak öyle bir an gelir ki, kralın kendisine olan ilgisi gittikçe sönmeye başladığında, ihtiraslı planlar yapmakta olan ailesinin piyonuna dönüştüğünü fark eder ve en yakın arkadaşından uzaklaşmaya ve rekabet etmeye zorlanır: Kız kardeşi, Anne Boleyn'den. İşler iyice çığırından çıktığında ailesine ve kralına baş kaldırması gerektiğinin farkına varır ve kaderinin iplerini kendi eline alır.Son derece zengin biçimde işlenmiş, etkileyici bir aşk, seks, ihtiras ve intikam masalı. Boleyn Kızı, Avrupa'nın en heyecanlı ve gösterişli saraylarından birinin tam kalbinde yaşamış, sıradışı eğilimleri ve ihtirasları olan, içindeki sesi dinleyerek varlığını sürdürebilmiş bir kadını tanıştırıyor dünya okuruna."
Aralık'ta beyazperdede kız kardeşleri Scarlette Johansson ile Natalie Portman'ın oynayacağını okumuştum.
Kitabı bitireli epey oluyor gerçi ama bir türlü fırsat bulup Deneyimlerimiz'de sizinle paylaşamamıştım. Kitap uzun ama hiç sıkıcı değil, tersien oldukça sürükleyici. Tasvirler o kadar güzel ve detaylı yapılmış ki her şeyi kafanızda adeta bir film izlermiş gibi canlandırabiliyorsunuz. İki kız kardeşin (aslında sadece ablanın) hırsları uğruna birbirleriyle çekişmeleri, çirkinlikler, dalavereler akıl almayacak şekilde anlatılmış. Ablamla kendimi düşündüm de bir kez daha ilişkimizin ne kadar kıskanılacak güzellikte olduğunu farkettim. Son 3 senedir aramıza mesafeler girmiş olsa bu neyse ki hiç değişmedi :)
Bir de filmi güya Aralık'ta gelecekti ama bildiğim kadarıyla gelmedi henüz. Ya da geldi de ben mi kaçırdım?

20 Şubat 2008 Çarşamba

Yüzüme Kullandığım Cilt Bakım Ürünlerim


Geçtiğimiz haftalardaki Dermalogica hakkındaki yazımdan sonra bazı bloggerlar hangi ürünleri kullandığımı sorunca ben de tek tek mail olarak atmaktansa buradan toplu bir cevap vermek istedim :)

Evimde bulunan Dermalogica ürünlerimi yukarıdaki resimde görebilirsiniz. Offff böyle yanyana dizince ne de çokmuş meğer, gözüm korktu :)

1- Anti-Bac Skin Wash: Akneli ve yağlı ciltlere uygun bir yüz temizleme jeli, sabah akşam cildimi önce bununla temizliyorum. Ergenlik çağından bir türlü çıkamadığım için (!) (yaş 27 bu arada) yüzümde yağlanma ve akneler halen oluyor. Bu arada, ürünün böyle devasa olduğuna bakmayın, ben abarttım, gözüm doymadı salon boyunu aldım en son :) Yoksa daha makul ebatta olanları da var.

2- Oil Control Lotion: Bu nemlendirici de yine akne eğilimli ve yağlı ciltli olanlar için uygun. Eskiden bu ürünü tüm yüzüme uygulardım ama artık bazı bölgelerde çok kuruma olduğu için sadece yüzümün yağlı olan bölgelerine (alın, burun ve yanaklar) sürüyorum. Tabii önce 1 numara ile cildimi temizledikten sonra.

3- Skin Hydrating Booster: Bu ürün, Dermalogica'nın konsantre bir destekleyici ürünü. Az önce bahsettiğim gibi yüzümün bazı bölgelerinde kuruma olduğu için temizledikten sonra oil control lotion uygulamadığım kuru bölgelere bu ürünü sürüyorum. Bu ürün, çok kuru ciltlere maksimum düzeyde nem ve canlılık sağlayan konsatre bir sıvıdan oluşmakta.

4- Gentle Cream Exfoliant: Yüzümün ihtiyacına göre haftada 1-2 kere 5 ya da 6 numaradaki maskeleri kullanmadan önce temiz cildime bu ürünü uyguluyorum ve mümkünse konuşmadan, mimiklerimi kullanmadan bir 10 dakika sabredip sonra da yüzümü suyla yıkıyorum. Bu ürün ölü deri hücrelerinin dökülmesine ve yeni hücre oluşumuna yardımcı olarak cildinizi canlandırıyor.

5- Skin Hydrating Masque: Bu ürün, nemlendirici bir yüz maskesi. Yüzümün neme ihtiyacı olduğu zamanlar ihtiyacıma göre haftada 1-2 kere 4 numarayı kullandıktan sonra yüzüme uyguluyorum ve yine konuşmadan ve mimiklerimi kullanmadan bir 10 dakika sabredip sonra da yüzümü suyla yıkıyorum. Göz çevresine de uygulayabilirsiniz.

6- Skin Refining Masque: Bu maskeyi ise bir dönem cildimdeki aşırı yağlanmayı önlemek için kullanıyordum. Uygulanışı tıpkı yukarıda 5 numarada anlattığım şekilde. Bu maske, aşırı yağlanmayı ve ciltteki yağ birikmesini engelleyerek ciltte sivilce oluşumunun azalmasına yardımcı olur. Yağlı ciltler için ideal bir maske.

7- Multi Active Toner: Bu ürünü genelde çantamda taşıyorum. Gün içerisinde yüzümün kuruduğunu ya da gerildiğini hissettiğim anda birkaç kere bu spreyi uyguluyorum. Hem cildim ferahlıyor hem de yüzümün nem dengesi korunmuş oluyor.

8- Barrier Repair: Tahriş olmuş ya da çevresel etkenlerden hassaslaşmış ciltler için uygun bir ürün. Bir dönem yüzüm soğuklardan fazlaca etkilenmişti. İşte o zaman bu ürün kurtarıcı gibi imdadıma yetişti çünkü cildi oluşacak hasarlara karşı koruyacak olan doğal nem bariyerinizi kuvvetlendiriyor. Aslında bu ürün erkeklere de öneriliyor, özellikle traş sonrası tahrişleri önlemek için. Tabii ya onların başı kel mi :)

9- Total Eye Care: Yaşım gereği şimdilik sadece sabahları kullanıyorum. Aslında daha bu sene kullanmaya başladım ve de çok memnun kaldım. Yüzümüzün en hassas bölümü olan göz çevremize iyi bakmalıyız değil mi? Bu ürün göz çevremi korumasının yanısıra sabahları bir ferahlık ve parlaklık da veriyor.
Kendi cildinize uygun ürünleri incelemek isterseniz Dermalogica'nın web sitesi işinize yarayacaktır. Her ürün detaylıca anlatılıyor. Ya da ben tembel tenekeyim öyle girip tek tek okumakla uğraşamam derseniz sizi güvendiğiniz bir eczane-parfümeriye gitmeye davet ederim :)

Photographia - Düğün Fotoğrafları


Sizi düğün fotoğraflarınızı çektireceğiniz zaman birçok stüdyo dolaşmaktan kurtaracak bir deneyim aktaracağım şimdi. Biz evlenirken fotoğraflarımızı Photographia’da çektirdik ve şimdi düşününce düğünümüzü yaptığımız Arı Kovanı Restoran dışında düğün hazırlıklarında beni bu kadar tatmin eden başka bir yer olmamıştı (restoranı da artık başka zaman anlatırım).

Bir kere çekimleri kapalı alan bir stüdyoda yapmıyorlar. Böylece bildiğimiz o klasik fonlardan ve koltuklu pozlardan otomatik olarak kurtulmuş oluyorsunuz. Bunun yerine çekimleri kendi bahçelerinde gerçekleştiriyorlar ve siz sonradan o bahçenin resimlerde ne kadar güzel çıktığına inanamıyorsunuz. Bahçede salıncak bile var. Mutlaka salıncakta da bir poz isteyin çok hoş oluyor.


Fotoğrafçının kendisi de yardımcıları da çok güleryüzlü ve kibar. Gelin ve damat içeri girdiklerinde önce şöyle güzelce bir kontrolden geçiyor. Gelinin makjayı tazelenirken, damadın ayakkabısının altındaki unutulmuş etikete varıncaya kadar üst başa çekidüzen veriliyor. Kendimi biraz tuhaf hissettim. Biri bana resimlerde parlamamam için fondöten sürerken diğeri bacağımı kucağına almış ayakkabımın etiketini tırmıklıyordu :) Gelin nasıl oturtulur, yürürken nasıl yardımcı olunurun tüyolarını da oradan aldım. Gerçi bu, düğünde nikah masasına doğru yürürken eşimin eteklerine basmamı engellemedi. (Quentins: evetttttt, sürekli basıp durdun eteğime!)

Fotoğrafçı durmadan konuşarak, espriler yaparak gülümsemenizi sağlamaya çalışıyor. Bazen kendinizi aptalca bir pozisyonda hissediyorsunuz ama fotoğrafları görünce adamın işinin ehli olduğunu daha iyi anlıyorsunuz. Sonuçta 70-80 poz çekiliyor ve siz beğeninize ve bütçenize uygun olan paketi seçiyorsunuz. Tek sıkıntı satın aldığınız pozları bir CD'de size vermiyorlar. Ya daha fazla ödeyip bir kaç kopya almanız gerekiyor veya elinizdeki pozları taratarak başka bir fotoğrafçıda çoğaltabilirsiniz.

17 Şubat 2008 Pazar

Simdi ya da Asla (The Bucket List)

Amansiz bir hastaliga yakalandiklari icin hayatlarinin son demlerini yasayan iki erkek ölmeden önce mutlaka yapmalari gereken bir liste hazirlarlar ve bunu birer birer gerceklestirmeye baslarlar. "Simdi ya da Asla"yi boyle ozetleyecek olursak yanlis yapmis olmayiz belki ama filmin ruhunu kacirmis oluruz gibime geliyor.

Öncelikle film birbirine tamamen zit iki karakterin bile ayni kaderi paylasmak durumunda kaldiginda nasil dost olabildiklarini gosteriyor. Jack Nicholson (Edward Cole) sifirdan zengin olmus aksi bir multi-milyoner, Morgan Freeman (Carter Chambers) ise ailesini gecindirmek pahasina hayallerinden vazgecmis usta bir tamirci. Ikisi de kanser olup ayni hastane odasini paylasinca dost oluveriyorlar (Hayat da gercekten böyle degil midir? Normalde arkadas olamayacagimizi dusundugumuz insanlarla hic beklenmedik durumlarda kader birligi edince, aslinda o kadar da farkli olmadigimizi anliyoruz. Özellikle askerlik yapmis olanlar ne demek istedigimi daha iyi anlayacaktir sanirim). Sadece bir kac ay ömürleri kaldigini ögrendiklerinde ise ölmeden önce yapilmasi gerekenleri iceren bir liste yapiyorlar. Ciktiklari yolculukta izleyiciyi dünyanin farkli güzellikleri ile bulusturuyorlar; Misir Piramitleri ve Tac Mahal gibi.... Bircogu hemen herkesin bildigi turistik yerler. Bence de bunlar ölmeden once görülmeli ama siz siz olun mümkün oldugunca bunlari genc yaslarinizda tamamlayin ve hayatinizi bunlari tecrübe etmis olarak sürdürün.
Film, evlilik ve aile ile ilgili de ilginc bakis acilari sunuyor. Carter Chambers baba ve koca olmaktan tamamen kendi hayatini unutmus bir adam portresi ciziyor ve sokakta karisinin elini tutmadan yürümenin ozlemini yasayan bir adamken seyahatin sonunda yeniden karisina tutkuyla asik bir adama donusuyor (Filmlerde bunu tetikleyenin hep baska bir kadin olmasi da ironi olsa gerek). Ne yazik ki bazen birini ne kadar sevdigimizi ve deger verdigimizi ancak ondan bir sure ayri kaldigimizda anliyoruz. Tabii bu ayriligin sebebi ölümse cok gec kalmis oluyoruz. Günlük yasamin akisinda bazen kenara cekilip bir soluk almak gerekiyor sanirim. Edward Cole ise bize ailenin önemini ve hic kimsenin yalniz ölmek istemeyecegini hatirlatiyor. Bir multi-milyonerin bile. Filmden cikinca bir aileye, dostlara, sevgiliye veya cocuklara sahip oldugunuz icin mutlu hissedebilirsiniz. Bunlarin hicbirine sahip degilseniz film sizi melankoliye sürükleyebilir :)
Filmin bir sahnesinde Morgan Freeman eski Misirlilarin inancina göre cennetin kapisinda sorulacak olan iki sorudan bahsediyor. Bence hayatimiz icin önemli iki yol gösterici olabilir bunlar. Hayattan zevk aldiniz mi?... Hayatta baskalarina zevk verdiniz mi?

14 Şubat 2008 Perşembe

Mado

Yukarıda gördüğünüz, Engin'le benim nişan pastamız (14.04.2007). Nişan pastası bakarken henüz şeker hamuruyla harikalar yaratan bloggerları keşfetmemiştim. Onlara da zaten başka bir yazımda mutlaka değineceğim. Dolayısıyla evimizin yakınındaki birkaç büyük pastaneyi gezmiş ve en sonunda Mado'da karar kılmıştım. Ne büyük hataymış! Neyse, geçti gitti sonuçta ama Mado'dan asla bir daha pasta ısmarlamayacağımı da öğrenmiş oldum. Dilim fiyatı Nisan 2007'de ya 5,00 ya da 5,50 YTL idi, emin değilim. Sipariş sırasında özellikle üzerine basa basa belirtmiş olmamıza rağmen yandaki fotoğraftan da anlaşılacağı üzere pasta tam bir krema yığınıydı. Ben şeker hamurlu pasta istedikçe, Mado'da o zaman bizimle ilgilenen şube sorumlusu onun çok ağır olacağını, onların bizim için hazırlayacakları pastanın çok daha hafif olacağını söyleyip durmuştu. Biz de "Mado" adına güvenerek onlara bırakmıştık. Model seçiminde de 3 ya da 4 alternatif sunmuşlardı ve en iyisi bizim seçtiğimiz modeldi, gerisini siz düşünün! İsimlerimizin baş harflerini pastanın sol ve sağ kalbine işlemelerini istemiştik, işte sonuç, şaka gibi! :) Şimdi gülüyorum ama o zaman hayal kırıklığına uğramıştım doğrusu. Acemice çikolata sosuyla G.E yazmışlar. Noktayı niye koyarsın peki? Benim o zamanki soyadım E harfi ile başladığı için bu görüntü o zaman bana daha da komik gelmişti. Sanki kendime pasta yaptırmışım gibi. Bir de acaba pasta ustalarının ilkokula giden çocuğu falan mı yazdı o harfleri? Ne eciş bücüştür.

Mado'nun dondurması, waffle'ı, cheesecake'leri lezzetli olabilir ama özel bir gününüz için pasta yaptıracaksanız aman siz siz olun bir daha düşünün. Sonra söylemedi demeyin ;)
Not: Sevgililer Günü konseptine uygun bir yazı koyayım derken, aklıma nişan pastamız ile ilgili birşeyler yazmak geldi ;)

13 Şubat 2008 Çarşamba

Saç Dökülmesi

Geçen hafta size Lush hakkında detaylı bir yazı yazmıştım. Henüz okumadıysanız buradan merakınızı giderebilirsiniz :) Gelelim asıl konumuza. Son birkaç senedir sürekli saç dökülmesi problemi yaşıyorum ve bu problem sanki özellikle kış aylarında daha da artıyor _ ya da bana öyle geliyor _. Sonunda geçtiğimiz kış bir dermatoloğa giderek şikayetimden bahsettim ve benden bir sürü kan testi istedi. Tahlil sonucunda kanımda aradığımız her neyse hepsi normal seviyelerinde çıktı :) Neyse ki demir eksikliğinden vs kaynaklanan herhangi bir sorun değilmiş. Tabii sonuç böyle olunca herhangi bir ilaç vs veremedi. Onun yerine bana eczanede sağlam fiyatlara satılan kozmetik bir şampuan ile serum önerdi. Sonra da amabunlar epey pahalıdır, sen en iyisi şu markanınkileri al, o da aynı işi görür diyerek başka bir ürün tavsiye etti. Özel sigorta elbette ki karşılamadı! Neyse, ben bunu geçen kış doktorun belirttiği şekilde düzenli bir şekilde kullandım ve sorunum ortadan kalktı ama bu sene yine aynı şey olmaya başlayınca dedim bu sefer kılımı kıpırdatmam. Kime niye tavır yapıyorsam :) Tahlil, doktor, izin vs ile uğraşmamak içindi sanırım bu inat.
Aralık ayında bir akşam, İsviçre'den Noel tatili için gelen eski yazlık arkadaşımla Bağdat Caddesi'nde dolaşırken onu Lush'a sürükledim. Evet, evet, resmen sürükledim :) İstedim ki o da benim gibi tüm renkleri, kokuları doya doya içine çeksin. Sırıtarak ayrılsın o mağazadan. İşte o sırada aklıma geldi ve satış elemanına saç dökülmesi için herhangi bir ürünleri olup olmadığını sordum. Bana "Squeeky Green Shampoo Bar"ı önerdi. Taze ısırgan otu, biberiye ve nane içeren bir katı şampuan bu. Özlem'in bana yılbaşı hediyesi oldu hatta :) Yaklaşık iki aydır bu şampuanı gün aşırı her banyoda kullanıyorum ve gerçekten saç dökülmemi gözle görülür bir şekilde azalttı. Tek sorun saçlarımı keçe gibi yapması. Saçlarımı hem sertleştirdi hem de duştan sonra açması çok zorlaştı. Lush bir de buna çözüm bulsa süper olacak :) Bununla ilgili olarak foruma yorum da bıraktım ama henüz dikkate alıp geri dönüşte bulunan bir yetkili olmadı. Bu katı şampuanın fiyatı 18 YTL. Ama küçük olduğuna bakmayın, ben 2 aydır düzenli olarak kullanıyorum ve henüz bitmedi.

12 Şubat 2008 Salı

Gaste

Son günlerde sabahları sokaklarda size bedava gazete vermeyi teklif eden gençlerle karşılaşmış olabilirsiniz. Insan önce istemdışı olarak almaktan çekiniyor çünkü alışmışız orada burada abuk sabuk reklam broşürlerine. Ancak geçen gün aldım bana uzatılan gazeteyi ve Gaste ile karşılaştım. Alıştığımız gazete formatında değil. Bir kere yurt dışındaki tabloid gazeteler büyüklüğünde. Yanlış hatırlamıyorsam star gazetesi ilk çıktığı zaman bu boyuttaydı ama sonra ya tutmadı ya da maliyetleri daha yüksek olduğu için kaldırıldı. Halbuki yolda okumak için çok daha elverişli bir boyut bu. Otobüste, metroda veya vapurda dipdibe otururken yanınızdakinden rahatsız olmazsınız.

İçerik olarak bu gazete daha çok Istanbul ve dünya gündeminden oluşuyor ve sabah yolculuğunuza bedavadan bir renk katıyor. Güncel politika, spor, teknoloji ve Istanbul rehberi gibi sayfaları da mevcut. Isteyene bulmaca da var. Anladığım kadarıyla finansmanını reklamlar aracılığıyla sağlıyorlar ve bu yöntem yurtdışında başarıyla uygulanıyor. Eğer bol köşe yazarlı, derin analizler içeren gazetelere meraklıysanız, Gaste size göre değil ama sabah sabah ne var ne yok diye şöyle bir 15 dakika göz atmak niyetindeyseniz; tatmin olabilirsiniz.

Tabii bu gazetenin yayın hayatının daha çok başında olduğunu da unutmamak lazım. Gerçi her zaman için bedava olacaklarının ve asla yüzde elliden fazla reklam barındırmayacaklarının sözünü veriyorlar ama ileride de şimdi olduğu gibi otuz iki sayfa olabilecekler mi göreceğiz.
---
Ve malesef Gaste Subat 19, 2009 günü son sayisini cikartarak okuyucusuna veda etti. Ben cok alismistim ama ne yazik ki uzun ömürlü olamadi.
---

8 Şubat 2008 Cuma

Ben Efsaneyim (I Am Legend)


Ben Efsaneyim (I Am Legend), oyuncu kadrosu olarak pek geniş olmasa da (tek kişilik gösteri demek yanlış olmaz herhalde) Will Smith’in oyunculuğu ve görsel efektler genelde sürükleyici bir film çıkarmış ortaya. Bilimadamları kansere çare bulayım derken insanı ışığa aşırı hassas birer zombiye çeviriyor ve biz hayatta kalan son kişi olarak Will Smith’in mücadelesini seyrediyoruz. Macera üçüncü dünya savaşında yok olmuş dünyanın çorak çölleri gibi bir ortam yerine ıssız New York sokaklarında geçiyor. New York’a gitmiş olanlar için eminim çok eğlencelidir oraları ıssız görmek.

Will Smith dünyada tek başına kalmanın psikolojisini oldukca güzel yansıtıyor ama bazı sahneler gereksiz uzuyor ve filmin akıp gitmesine engel oluyor. Onun dışında sık sık koltuğunuzda geri sıçramak zorunda kalabilirsiniz çünkü aksiyon sahneleri oldukça başarılı. Will Smith’in köpeğinin peşinden karanlık hangara girdiği sahnede ise güzelce geriliyorsunuz.

Lush

Size bugün aslında aylardır aklımda olan fakat bir türlü yazma fırsatını bulamadığım Lush mağazasından bahsedeceğim. Bağdat Caddesi'ni bilenler eminim ki Suadiye'den geçerken Lush'ın sokağa taşan koku cümbüşüne kapılıp illa ki bu mağazayı ziyaret etmişlerdir ya da en azından ziyaret etmemiş olsalar bile farketmişlerdir. Aslında cadde üzerinde değil, Suadiye'deki beyaz Vakko köşkünün sokağında, Vapiano'nun hemen yanında (Vapiano ile ilgili yazıma buradan ulaşabilirsiniz).

Lush, aslen bir İngiliz markası, ülkemize de 2007'de geldi. İilk mağazasını Bağdat Caddesi'nde Suadiye'de açtıktan sonra, ikinci şubesini İzmir Alsancak'ta ve üçüncü şubesini de yine İstanbul'da Nişantaşı'nda City's Alışveriş Merkezi'nde açtı. Organik, el yapımı ve taze kozmetik ürünleri satıyorlar. Ama şekerleme de satıyorlar denilebilir çünkü sabunları tam yemelik :) Sizce de öyle değil mi? Yukarıdaki resme baktıkça içim açılıyor! İstanbul ve İzmir dışında yaşayanlar da hiç üzülmesinler çünkü web sitelerinden de sipariş verebiliyorsunuz. Sadece taze yüz maskelerini internet üzerinden satın alamıyorsunuz ki onun sebebi de zaten çok açık, adı üzerinde, taze ;)

Lush'ın ürün yelpazesi kısaca şöyle:

- Banyo Ürünleri
- Cilt Bakım Ürünleri
- Saç Bakım Ürünleri
- Sabunlar
- Duş Ürünleri
- Kişisel Bakım Ürünleri
- Masaj Kremleri
- Parfümler
- Taze Yüz Maskeleri
- Hediyelikler

Malum organik, el yapımı ürünler vs pahalı. Dolayısıyla Lush için de öyle ucuz bir mağaza diyemem ama verdiğiniz paraya değip değmeyeceğine siz gidin gezin ve karar verin en iyisi. Bence kesinlikle değiyor :) Suadiye'deki mağaza personeli inanılmaz ilgili ve ürünler konusunda olması gerektiği gibi bilgili! Ben uzaktan uzağa rengarenk sabunlara sırasıyla bakıp yanlarında kara tahtaya beyaz tebeşirle yazılmış esprili yazıları okurken yanıma gelen satış görevlisi koklamamı, böyle uzaktan bakmamı söyledi. Sonra beraber sabunları, banyo köpüklerini ve banyo balistiklerini koklarken bunun da yeterli olmayacağını söyleyerek bana seçtirttiği bir banyo köpüğüyle onunla uyum sağlayacak banyo balistiklerini bir kaba kırarak sıcak suda eritti ve elimi suyun içine sokarak bir fikir edinmemi sağladı. Her ürünün yanındaki kara tahtada o ürüne verdikleri isim (Honey I Washed the Kids, Rockstar, Dream Cream vs) , içeriği, ne işe yaradığı ve fiyatı yazıyor. Bunun yanısıra esprili yazılar da yer alıyor :) Örneğin "Rock Star" adını verdikleri şeker pembesi sabun için "Aman Dikkat!! Yıkanırken şarkı söyletir" yazıyor.

Engin'le Lush'a yaptığımız ilk ziyaretimizde bir banyo köpüğü, ona uygun bir banyo balistiği ve bir de benim için Egg Snog Lip Balm satın aldık. Gerçi bana kalsa mağazayı boşaltırdım ama neyse ki yanımda Engin vardı :)

Kasada isminizi kaydediyorlar ve müşteri databanklarına alıyorlar. Kayıt esnasında cep telefonunuzu da alıyorlar ama aylardır bana Lush'tan herhangi bir sms vs gelmedi, bu kayıtları kullandıklarını sanmıyorum, en azından şimdilik. Ürünleriniz plastik kağıtlara sarılarak geri dönüşümlü kağıttan yapılan Lush torbasına yerleştirilerek size veriliyor. İçine bir de Lush Times koyuyorlar. Lush Times'da da tüm ürünlerinin detaylı açıklamalarını, fiyatlarını resimleriyle beraber inceleme fırsatınız oluyor. Böylece 2. ziyaretinizi de garantiye almış oluyorlar çünkü Lush Times'a bakıp da tekrar mağazayı ziyaret etmemeniz pek mümkün değil :)

Lush'ın özellikle taze yüz maskelerini ve parfümlerini öneriyorlar ama ben denemediğim için bir yorumda bulunamayacağım.


5 Şubat 2008 Salı

İndragandi

Sizlere 1,5 sene önce tanıştığım bir web sitesinden bahsetmek istiyorum. Adı, İndragandi, bir alışveriş sitesi, tıpkı Strawberrynet gibi. İndragandi'nin özelliği her gün saat 12:00'de yeni bir ürünün satışa sunulması ve bir önceki günün ürününün satışının iptali. Siteye üye olmanız, alışveriş yapmanız ve foruma yorum yazmanız için yeterli. İndragandi, ağırlıklı olarak teknolojik ürünlerin satışını yapıyor ama arasıra başka ürünler de oluyor. Sitede rastlayabileceğiniz ürünler: cep telefonu, printer, kartuj, notebook çantası, hard disk, USB stick, RAM, CD/DVD çantası, dijital fotoğraf makinesi, monitör, flash kart vs gibi çok çeşitli. Benim tavsiyem siteyi her gün takip etmeniz çünkü ürünler piyasa değerlerinin altında satılıyor. Sitedeki bir başka güzel uygulama da bir ürünün bir kullanıcı tarafından en fazla üç adet satın alınabilmesi. Böylelikle tüm kullanıcılara beğendikleri ürünleri alabilmeleri için fırsat tanınmış oluyor. Gerçi insan kötü niyetli olduktan sonra bu uygulama da beş para etmez ya, o da ayrı konu.
Soldaki resimdeki de benim yazın İndragandi'den satın aldığım Case Logic Dijital Fotoğraf Makinesi Çantası. Gerçi sadece fotoğraf makinesi çantası değil, su şişemi, mendilimi, cüzdanımı ve daha birçok ıvır zıvırımı koyabileceğim işlevsel spor bir çanta.

Cilt Bakım Ürünleri - Dermalogica


Hazır cilt bakımından bahsetmişken gelelim yüzüm için kullandığım ürünlere. Eskiden Retina'yla bu işlere başlamamın etkisiyle onların tavsiyesiyle Dermalogica ürünlerini kullanmaya başlamıştım ve o kadar memnun kaldım ki 5 senedir de devam ediyorum. Ürünleri Türkiye'de pahalı fakat daha önceki bir yazımda bahsettiğim gibi eğer Strawberrynet'ten satın alırsanız çok daha ucuza geliyor ürünler.

Eğer cildiniz için neleri kullanmanız gerektiğini bilmiyorsanız telaşa gerek yok :) Aşağıdakilerden birini yapabilirsiniz.

- Dermalogica ürünlerini satan bir güzellik merkezinde cilt analizi yaptırmak.

- Bazı büyük eczane-parfümerilerde dönem dönem cilt bakım uzmanları oluyor ve ücretsiz cilt analizlerinizi yaparak size en uygun ürünleri veriyorlar.

- Dermalogica'nın web sitesine girerek buradaki linkten bedava yüz analizinizi yapabilir ve sitenin size önerdiği ürünleri satın alıp kullanmaya başlayabilirsiniz. Yukarıdaki analizi örnek oluşturması açısından ben kendi cildim için yaptım.

- Dermalogica'nın web sitesinden tek tek ürünleri inceleyebilir ve detaylı açıklamaları okuyarak cildiniz için en doğru ürünü kendiniz seçebilirsiniz.

Güzellik Merkezleri - Cilt Bakımı

Aslında bu yazıyı daha önce Günlük Hayat için yazmıştım. Ama okumamış olanlar için burada tekrar yayınlamanın iyi olacağını düşünüyorum. Bu yazıyı cilt bakımı için hangi güzellik merkezine gittiğimi soran Mücevher Kutusu için yazmıştım aslında.
Cilt bakımı için yaza kadar Kalamış'taki "Retina"ya gidiyordum ve çok memnundum. Ama sonra para tatlı gelince (biraz tuzlu çünkü, tam cilt bakımı ki iki saate yakın sürüyor, boyun, el, kol, ayak masajları da dahil içine 200 YTL) ara vermiştim. Yazın eski şirketimden bir arkadaşım Bağdat Caddesi'ndeki bir merkeze bedava mini cilt bakımına gitmiş, benim adımı vermiş, bana da ücretsiz bakım yaptılar vs. Sonrasında çok makul fiyata (6 adet cilt bakımının olduğu paket fiyatı 420 YTL) promosyon dahilinde bir cilt bakımı paketi satın aldım ve şimdi oraya gidiyorum, adı Miss Form, Şaşkınbakkal'da, Kentucky Fried Chicken'ın karşısında. Orası da fena değil ama Retina'dan sonra sanırım hiçbir yere "iyi" diyemiyorum. Yoksa kötü bir merkez değil. Fakat Retina'da seni tek başına, loş hatta neredeyse karanlık bir odaya alıyorlar. Klasik müzik eşliğinde pek konuşmadan iki saate yakın tam bir cilt bakımı yapıp bunun yanısıra masaj da yapıyorlar. Cansel Hn'ın elleri adeta büyülü. Genellikle uyuyakalıyorsun zaten. Sonrasında da sana bitki çayı ve kepekli bisküvi getirerek dinlendiriyorlar ve ayılmanı sağlıyorlar. Oradan çıktığında elinde olmadan yüzünde salak bir sırıtış oluyor ve inanılmaz rahatlamış oluyorsun. Halbuki Miss Form böyle değil. Genelde senin dışında 3 kişinin daha olduğu bir odada yapılıyor cilt bakımı. Masaj vs yok. Oda çok aydınlık ve çançan sürekli konuşma oluyor. İçerideki ve koridordaki diğer çalışanların da tüm geyiklerini ve konuşmalarını duyuyorsun. Genelde bir saati çok az geçiyor bakım ve oradan çıktığında öyle rahatlamış ya da ekstra mutlu bir ifadeyle çıkmıyorsun. Gerçi orada da Sevda Hn var, o diğerlerine göre daha yetkin ama yine de ben Retina'nın üzerine tanımam :) Ben para mı alsam Retina'dan ne, iyi reklamlarını yaptım :)

29 Ocak 2008 Salı

Vapiano

Tesadüfen son yazılarımız arka arkaya hep cafe/restoran oldu. Çok obur bir çift izlenimi mi çiziyoruz yoksa :)

Vapiano, Bağdat Caddesi'nde Suadiye Vakko'nun (beyaz köşk) sokağında, Lush'ın yanında bulunan bir İtalyan restoranı. Restorana girerken güleryüzlü bir hostes sizi karşılıyor ve hoşgeldiniz derken aynı zamanda da elinize chipli bir kart tutuşturuyor. Restoranda üç tip ana yemek seçme şansınız var. Makarna, pizza ya da salata. Diyelim makarnada karar kıldınız. Makarna bölümüne giderek önce hangi çeşit makarnayı istediğinize karar vermeniz gerekiyor. Burgu mu penne mi spagetti mi... Sonrasında ise içeriğine ve sosuna karar vermeye geliyor sıra. Bunun için menüdeki makarnalardan birini seçebileceğiniz gibi istediğiniz malzemeleri söyleyerek siz de kendinize özel bir tarif yaratabilirsiniz. Benim tercihim penne makarna ile ton balığı, mısır, mantar, krema ve parmesan peyniri oldu. Herşeye ton balığı koyabilmeyi başarıyorum. Salata, makarna, pizza, hiç farketmiyor :) İşin eğlenceli kısmı ise bu seçimleri yaptıktan sonra başlıyor. Aşçılar seçimleriniz doğrultusunda yemeğinizi gözünüzün önünde hazırlıyorlar. Girişte verilen çipli karta ise tüm siparişleriniz yükleniyor. Tam bu esnada örneğin pizza gibi hazırlaması nispeten daha uzun süren bir yemek seçtiyseniz aşçılar elinize siyah, ufak, dikdörtgen bir alet veriyorlar ve siz giriş katında ya da üst katta oturmaya başlıyorsunuz. Yemeğiniz hazır olduğunda bu alet titreyerek sizi uyarıyor ve gidip yemeğinizi alıyorsunuz. Söylediğim gibi ben o gün öğle yemeğinde iş yerindeki arkadaşlarımla gittiğimde tercihimi makarnadan yana kullandım. Ama elbette pizza seçen arkadaşımın yemeğinin tadına da baktım :) Enfes mantarlı bir pizzaydı ve de ko-ca-man-dı! Ihhmmm, nasıl da acıktım şimdi.
Dekorasyon genel olarak ferah ve aydınlık. Biz giriş katında oturduk gerçi ama gördüğüm kadarıyla üst katta daha rahat oturacak yerler var. Biz bank gibi birşeyin üzerine oturduğumuz için sırtımızı yaslama imkanımız olmadı. Bir dahaki sefere hem pizza yenecek hem de üst kattaki rahat koltuklara yerleşilecek :) Bu arada az kalsın unutuyordum. Yemeğiniz bitip de restorandan ayrılacağınız zaman öyle garson arama, çağırma, hesap isteme, hesabın gelmesi, para üzeri bekleme vs yok. Çipli kartınızı alıp çıkıştaki kasaya gidiyor ve ödemenizi yapıyorsunuz.

28 Ocak 2008 Pazartesi

Kirpi Cafe & Restaurant - Ek

Geçtiğimiz hafta Kozyatağı'ndaki Kirpi Cafe ile ilgili bir yazı yazmıştım. Yemek ve hizmet kalitesinden, fiyatlarından o kadar memnun kalmıştım ki Bağdat Caddesi'ndeki şubesini de mutlaka bir ara Nodiahp ile ziyaret edeceğimden bahsetmiştim.
Dün Caddebostan AFM Budak'tan sinema biletlerimizi ("Ben Efsaneyim / I Am Legend") aldıktan sonra baktık vaktimiz var ve karnımız aç, dedik Kirpi'ye gidelim. Burası 2 katlı ve Kozyatağı'na göre oldukça genişti. Biz sigara içilmediği için kış bahçesinde oturmayı tercih ettik. Servis elemanları yine burada da gayet kibar ve güleryüzlüydüler. Fakat, servis için pek hızlı diyemeyeceğim. Garsonlar hem aşağı hem de yukarı katlara gidip duruyorlardı. Aslında bunda mutfağın üst katta olmasının da etkisi var tabii. Asıl mühim olan ise hem menüsü hem de fiyatları oldukça farklıydı. Kozyatağı'nda 16 YTL'ye yediğim yemek burada 23 YTL idi. Gerçi aynısı değildi fakat muadili denebilir. Ben salata yemeyi tercih ederken Nodiahp chili soslu tavuk yedi. Lezzeti çok güzeldi, ben de tadına baktım hatta, fakat porsiyon yine Kozyatağı'ndakinden çok daha ufaktı. Gerçi konseptler farklı. Kozyatağı'ndaki Kirpi, öncelikle çalışanların öğle yemeklerinde gitmeleri için yapıldığı için tabii fiyatlar da ona göre daha uygun.

27 Ocak 2008 Pazar

Osmani Restaurant

Yeni açılan sayısız alışveriş merkezlerinden biri de İstinye Park. Burada yemek yiyecek olursanız sakın Food Court’unda yemek yemeyin. Orası hemen hemen tüm alışveriş merkezlerinde olduğu gibi sigara dumanı; dolayısıyla boğucu ve kalabalık. İstinye Park’ın alt katında, sağ cephesinde yer alan Istinye Pazarı’nı bulun ve açık hava “simülasyonu” altında yemeğinizi Osmani’de yiyin. Herhangi birşey yemeyecek olsanız bile yine de Istinye Pazarı’nı bir görün bence. Beyaz ışıklı tavan aydınlatması ile çok hoş bir açık hava atmosferi yaratmışlar...
Istinye Park’ın mağazalarında dolaşmaktan acıkıp biraz da geleneksel lezzetlerimizden tadalım diye düşünenler için çok uygun bir mekan Osmani. Burada sulu yemek ve kebaptan sahanda yumurtaya kadar her zevke uygun lezzetler mevcut. Garsonlar kibar ve servis hızlı. Bu arada fiyatlar oldukca uygun. Özellikle fiyat/performans kriteri göz önünde tutulduğunda Osmani oldukça başarılı. Değişik bir tat denemek istiyorsanız, ben size esasında bir tatlı olan Laz Böreğini tavsiye ederim. Bildiğim kadarıyla eve servis de mevcut. Yakın bir yerlerde oturuyorsanız ve alışveriş merkezlerinden hoşlanmıyorsanız en azından eve servisi bir denemekte fayda var.

25 Ocak 2008 Cuma

Kirpi Cafe & Restaurant

Bugün öğle tatilinde şirketteki arkadaşlarımla Kozyatağı'nda By Otell'in arka tarafında kalan Kirpi Cafe'ye gittik. Daha önce, Bağdat Caddesi'nde Divan'ı geçince Sabri Özel'in sokağında olduğunu duymuştum bu cafenin. Meğer Kozyatağı'nda ve Koşuyolu'nda da şubeleri varmış.
Kozyatağı'ndaki Kirpi ufak bir yer ve benim tavsiyem eğer haftaiçi öğle tatili saatlerinde gidecekseniz mutlaka önceden telefon ederek rezervasyon yaptırmanız. Yoksa ayakta kalabilirsiniz ya da bizim gibi şansınız yaver giderse köşede kuytu bir masada boş yer bulabilirsiniz. Menüde salata, omlet, makarna, beyaz-kırmızı et çeşitleri yer almakta. Ben ana yemeklerden mantar soslu bonfileyi tercih ettim ve tadına baktıktan sonra ne kadar doğru bir karar vermiş olduğumu da anladım :) Zaten mantar, krema ve kırmızı et üçlüsüne ba-yı-lı-rım. Gelen tüm porsiyonlar oldukça büyüktü. Ben kurt gibi aç olmama rağmen yemeğimi bitirdiğimde infilak etmek üzereydim :) Arkadaşlarım Holland Steak ve Pekin Ördekli Biftek tercih ettiler. Tabii ben durur muyum, hepsinin tadına baktım ve her ikisi de gayet lezzetliydi. Benim yediğim yemek 16 YTL'ydi ki caddedeki diğer cafelere kıyasla gayet uygun bir fiyat. Kırıntı, Midpoint, Cafe Cadde vs gibi benzer cafelerde bu ayarda bir yemeği 25 YTL'den aşağı yiyemezdim.
Yemeklerin sunumları da gayet güzeldi. Keşke fotoğraf makinem yanımda olsaydı da birkaç kare çekip buraya koysaydım, siz de ağzınızın suyu aka aka fotoğraflara bakarken "alacağın olsun quentins" deseydiniz. Gerçi diyeceksiniz ki "artık cep telefonları var, onunla çekseydin ya" ama benimki 4 senelik, ilk fotoğraf çekme özelliğine sahip nokialardan olduğu için kalitesini siz düşünün artık :)

Neymiş efendim. Bağdat Caddesi'ne ilk gidildiğinde bu sefer de Kantarcı'daki Kirpi Cafe denenecekmiş. Bu arada unutmadan hemen şunu da belirteyim, elemanları da gayet saygılı ve ilgili. Quentins'den Kirpi Cafe'ye 8 puan. O da ortamdaki uğultu ve sigara dumanından kırıldı.

12 Ocak 2008 Cumartesi

Nature & Peace Restoran

Bağdat caddesinin yeni mekanlarından biri de Nature & Peace Restoran. Bildiğim kadarıyla Caddebostan'daki bu şube Beyoglu Parmakkapı sokaktaki restorandan sonra Istanbul'daki ikinci şube. Özellikle sağlıklı beslenmek isteyen ve diyet yapanlar için uygun bir mekan. Sloganı, “Sağlıklı yaşam için sebze ye, barışçı ol!'

Dekorasyon ahşap ağırlıklı ve ferah. Sandelyede oturulan iki ve dört kişilik masalar olduğu gibi daha rahat oturabileceğiniz ama yemek yemenin daha zor olduğu koltuklu masalar da mevcut. Özellikle avizeler başarılı seçilmiş bence. Ortam yeterince aydınlık ancak ışık kesinlikle göz almıyor. Bu arada garsonlar da ilgili ve kibar. Eksik yönlerden biri restoranda sigara içilmeyen bir bölümün mevcut olmaması. Aslında sağlıklı yaşam konspti üzerine kurulu bir yer olduğunu düşünürsek bu oldukca garip.

Masalarda sağlıklı beslenmek için size yol gösterecek bir grafik var ve size hangi besinlerin hangi sıklıkla alınması gerektiğini gösteriyor. Her ne kadar burası daha çok bir vejeteryan mutfağı olsa da beyaz etli yemekler de mevcut. Ancak sizi uyarmalıyım; porsiyonlar küçük ve salatalar da biraz garip. Bize gelen salata daha çok bir yemeğın yanına konmak için hazırlanmış gibiydi. Onun dışında yemekler leziz. Yoğurtlu kirpi köfteyi rahatlıkla tavsiye edebilirim ama sunu soylemeden de gecmeyeyim; 5 adet top kofte 14 ya da 16 milyondu.

11 Ocak 2008 Cuma

P-Mate


P-Mate, kadınların tuvalet ihtiyaçlarını ayakta karşılayabilmelerine yarayan ilk ve tek mucize ürün olarak lanse ediliyor. Sloganı da "tuvalette kadın erkek eşitliği".

Ürünün tarihçesi 1988'e dayanıyor. Moon Zijp adlı bir kadının Endonezya tatilinde yaşadığı aksilikler üzerine kendisi tarafından Amsterdam Sanat Akademisi'nde icat edilmiş. 1999 yılında ise televizyonda Paul De Leeuw'un talk-show'unda tanıtıldıktan bir süre sonra p-mate Hollanda'da seri üretime geçmiş ve 14 şubat 2007'de de Dema Ticaret Ltd Şti. tarafından distribütörlüğü alınarak Türkiye'deki hayatına başlamış.

Bakalım Türkiye'de ne kadar talep görüp ne kadarlık bir pazara ulaşacak. Web sitesinden gördüğüm kadarıyla 5'li ve 20'li olmak üzere iki tip ambalajı var. Tabii fiyat bilgisi de önemli. Bu yazıyı yayınlamadan önce fiyat bilgisi öğrenmek için web sitelerinde vermiş oldukları irtibat numarasını aradım (0232 277 23 39) fakat sürekli meşgul, sanırım numara yanlış. Ben ürünü merak ettim. Eğer siz de merak ettiniz ve denemek isterseniz büyük eczane, parfümeri, Migros, Kipa gibi büyük marketlerde, benzin istasyonlarında, dağcılık malzemeleri satan mağazalarda ve gittigidiyor'da satılıyormuş.
İyi Alışverişler!

9 Ocak 2008 Çarşamba

Tchibo

Tchibo'yla ilk tanışmam Almanya'da okuduğum dönemde Real'lerin içinde ürünlerini görmemle başladı. Daha sonraları yaşadığım şehirde aslında başlı başına kendi mağazaları olduğunu gördüm. Aslen kahveciydi ama bunun yanısıra haftalık ama genellikle iki haftada bir değişen farklı konseptler üzerine birçok ürünü çok uygun fiyatlara satıyordu. Konseptleri o kadar geniş bir yelpazedeydi ki elektronik, kişisel bakım, giyim, ofis, banyo, mutfak vs gibi birçok değişik ilgi alanından illa ki size hitap eden bir tane bulabiliyordunuz.

Şirket, 1949 yılında Almanya'da Max Herz ve Carl Tchilling-Hiryan tarafından posta yoluyla kahve dağıtarak başlıyor ve bugüne kadar geliyor. Şu an dünyada İngiltere, Avusturya, Polonya, Romanya, Rusya, İsviçre, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Ukrayna, Macaristan ve Türkiye olmak üzere birçok ülkede şubeleri bulunmakta. Bunun yanısıra internet üzerinden online satış imkanı da veriyor ama maalesef bu sistem henüz Türkiye'deki ürünler için geçerli değil. 2006 yılı istatistiklerine göre dünya çapında 12.500 üzeri çalışanı ve 3.900 milyon euro cirosu bulunmakta. Ülkemizde bulunan mağazalarının kısa listesi şöyle:
- ADAPAZARI; AdaCenter AVM
- ANKARA; ANKAmall - CEPA AVM - Panora AVM
- ANTALYA; Işıklar
- BURSA; KoruPark
- ESKİŞEHİR; Espark AVM
- İSTANBUL; Beşiktaş - Caddebostan - Capacity - Capitol - Carrefour Maltepe Park - Carrefour Ümraniye - İstanbul Cevahir - Kadıköy Çarşı - Prestige Mall - Şaşkınbakkal - Town Center
- İZMİT; Dolphin AVM
- MERSİN; Forum Mersin AVM
Bunlara ek olarak Antalya'da Migros Alışveriş Merkezi içindeki Migroslarda ve İstanbul'da Anadolu Hisarı, Atrium, Beylikdüzü Migros AVM, Maslak ve Metrocity'deki Migroslarda ürünlerinden bazıları satılmaktadır. Aynı şekilde Ankara'da Bilkent ve Etlik'teki Real'lerde, Antalya real, İzmir Real ve İstanbul'da Büyükçekmece, Kartal, Ümraniye'deki Real'lerde ürünleri satılmaktadır.
Bence ürünleri genel olarak kaliteli ve uygun fiyatlı. Şimdiye kadar eşofman takımı, pijama, askılı bluzler, grill, mutfak dolabı, çöp kovası, fırça, makyaj seti, askı, müzik seti, poşet klipsi vs. olmak üzere birçok ürün satın aldım ve hepsinden de memnun kaldım.
Bu ayki konseptleri "Güzellik Merkezi Banyonuzda". Ürünlerin fotoğraflarının, özelliklerinin ve fiyatlarının yer aldığı kataloğa buradan ulaşabilirsiniz. 23 Ocak'ta gelecek olan yeni konsept ise "Sağlığın Sırrı=Ölçülü Yemek".
İyi alışverişler :)

8 Ocak 2008 Salı

akakce.com

Malum artık herşey internetten de alınabiliyor ve çoğu zaman fiyatlar sanal ortamda daha cazip. Ancak burada da siteler arasında rekabet var ve en uygun fiyatı bulmak için uzun süreli araştırmalar yapmak gerekebiliyor. Ancak her derdin bir çaresi var ve bu derdin çaresini de akakce.com sitesinde bulmuşlar. Daha çok elektronik üzerinde çalışan bu sitede almak istediğiniz ürünü arama bölümüne yazıyorsunuz ve site size ürünün bulunduğu farkli internet sitelerinin fiyatlarını karşılaştırma imkanı sunuyor. Bundan sonrası artık ürünü sunan siteye kalmış. Sipariş işlemini oradan gerçekleştiriyorsunuz. Oldukça düzgün çalışan bir site. Ben cep telefonumu piyasa fiyatının oldukça altına buradan bulup almıştım.

7 Ocak 2008 Pazartesi

Ben & Jerry`s


Bugun isyerinde mesainin bitimine 20 dakika kala ben tam baygin baygin calisirken birden bir cingirak sesi duydum. Kendi kendime herhalde yine sirkettekilerden birine tuhaf bir yilbasi hediyesi geldi dedim ama meger inek gelmis sirkete. Evet, evet, inek :) Cingirak da onun! Odama hostes bir kizla birlikte kocaman bir inek girdi :) Ben siritmaya basladim o andan itibaren, tum bayginligim ucup gitti. Elinde bir brosur Ben&Jerry`s in tanitimini yapiyorlar, biz buradayiz bekleriz diyerek oda oda dolasiyorlar. Resepsiyonun oraya gittigimde bir dondurma arabasiyla beyaz uzerine siyah lekeli (inek uniformasi) bir t-shirt giymis gorevliyi gordum. Sonra hostesle inegimiz de geldi ve 4 cesit dondurmadan istedigimizi secerek kulahta afiyetle yedik sirket calisanlari olarak. Ben cilek, kurabiye ve cheesecakeli cesidini yedim. Diger uc cesit ise soyleydi: cikolatali kurabiye parcalari ve vanilyali dondurma, cikolatali brownie parcalari ve cikolatali dondurma, vanilyali dondurma. Biraz erimis olmasina ragmen cilek, kurabiye ve cheesecakeli dondurmayi cok begendim. Adindan da anlasilacagi gibi gercekten de cheesecake parcalari vardi icinde ve cok lezzetli bir dondurmaydi.
Dondurma yemekle kalmadik tabii. Hostes inekle fotograflarimizi cekip hemen ozel inekli Ben&Jerry`s cercevelerine yerlestirip bize verdi. Nerede magazalari oldugunu sordugumda su an icin Turkiye`de sadece Istanbul`da oldugunu ogrendim. Avrupa yakasinda Kanyon ve Nisantasi City'sde, Anadolu yakasinda ise Umraniye Meydan Alisveris Merkezi`nde subeleri bulunuyormus.

Kuruculari, diger dondurma cesitleri, sirketin tarihcesi ve sosyal sorumluluk projeleri gibi konularda daha detayli bilgi almak isterseniz, buradan websitelerini ziyaret edebilirsiniz.

Belli ki hedef kitlesi AB, C1 SES grubu ve 25-46 yas grubu. Tanitim kampanyasi cok eglenceli ve isabetliydi. Hedef kitlelerinin yer aldigi bir plazadaki calisanlari ziyaret ederek, marka imaji gibi eglenceli, genc ve dinamik bir tanitim kampanyasi yaptilar. Ustelik urunu de tattirarak goruslerimizi aldilar. Hem akilda kalici hem de kendinden soz ettiren bir kampanyaydi. Kanyon ya da Meydan Alisveris Merkezi'ni ilk ziyaretimde eminim ki hem ben hem de yanimdakiler Ben&Jerry'se ugrayacaklar :)

Şanzelize’de (Champs Elysees) Yılbaşı

Hazır Taksim’de yılbaşı kutlamaları sırasında yaşanan taciz olayı daha tazeyken ve tüm gazetelerde bu haber ön sıralarda yer alırken ben de 2003’den 2004’e girdiğimiz gecede Fransa’da Şanzelize’de yaşadıklarımızı anlatayım da yılbaşını sadece Taksim meydanında değil, Avrupa’daki bir meydanda da kutlamamak gerektiği kulağınıza küpe olsun.

Şehir gezmeye meraklı Almanya’da okuyan üç genç olarak ucuzundan bir yol bulup yılbaşı tatili için bir kaç günlüğüne Paris’e gidelim dedik. Eyfel kulesi, Zafer anıtı, müzeler ve saraylar falan derken yılbaşı gecesi için tur organizatörlerine katılmak yerine kendimiz eğlenelim dedik. Tur operatörünün “Hiç bir Parisli yilbaşını Şanzelize’de kutlamaz!” uyarılarına rağmen Eyfel Meydanına da geç kalacağımızı fark edip Şanzelize’ye gitmeye karar verdik.

Bunun o kadar da iyi bir fikir olmadığı daha Zafer Anıtı’na yakın metro istasyonunun çıkışında belli oldu. Caddede öyle bir kalabalık birikmişti ki metro çıkışı ağzına kadar insan dolu ve herkes birbirini itekleyerek ilerlemeye çalışıyor. Yoğun kalabalıktan dolayı ortam havasız, gürültülü ve alkol kokusu her yeri sarmış. Tam klostrofobik! İsteseniz de istemeseniz de insan seli ile bir olup bir şekilde caddeye çıkıyorsunuz ve insanlar sizi sürüklemeye devam ediyor. Şimdi tam neresi olduğunu hatırlamıyorum ama sel bir yerde durulur gibi olduğunda kendimizi kenara atmayı başardık. Lakin sıkışıklık devam ediyor! Önce açık havada boğularak ölemem herhalde diye düşünüyorum ama artık her tarafımdan o kadar kıstırılmış durumdayım ki biraz yer kazanmak için kolumu bile yukarı kaldıramıyorum. Etraf daha çok afrika ve doğu avrupa kökenli insanlarla dolu (evet biz de onlardanız :) ). Sonra oramızda buramızda dolaşan elleri fark ediyoruz. Cinsiyetin çok da bir önemi varmış gibime gelmedi çünkü nerede bir kıça denk gelirlerse ona sallıyorlar. Kimi kişisel tatmin, kimi de dolu bir cüzdan peşinde herhalde... Az ileride de kız arkadaşına asıldığı için bir adam başkasıyla kavga ediyor.

Caddeden kurtulmak için kendimizi tekrar insan seline bırakıp bir ara sokağa kaçabilene kadar oldukça dehşet içerisindeydik. Bir daha ne Taksim, ne Şanselize hiçbir şekilde böylesine bir güruhun toplandığı bir yerde bulunmak gibi bir niyetim yok. Laf aramızda zaten ne müzik vardi, ne havai fişek ne de ufağından bir ışık gösterisi...

5 Ocak 2008 Cumartesi

Kabadayı

Uzun zamandir sinemaya gitmiyordum ama Kabadayı'ya gitmemek olmazdı. Şener Şen adı zaten film için bir garanti oluşturuyor ama filme gidecek olursanız göreceksiniz ki filmin gerçek starı Kenan İmirzalıoğlu. Bu filme sadece final sahnesi olan "Devran Ruleti"ni görmek için bile gidilir bence...

Kenan İmirzalıoglu'nu pek sevmezdim aslında. Deli Yürek dizisini de Acı Hayat'ı da izlemez ve sevmezdim ama İmirzalıoğlu'nun bu filmdeki performansı gerçekten olağanüstü. Film'den çıkıtığımda ilk yorumum "Müthiş oynamış!" oldu. Aslında bu belki de film için o kadar da iyi olmayabilir. Dönüp filmi düşündüğümde biraz daha hareket olabilirmiş diye düşünüyorum ama yine de filmin başından sonuna kadar hiç sıkıldığımı hatırlamıyorum. Dizilerde bol bol seyrettiğimiz Mafya - Derin Devlet -Komplo olaylarına çok fazla girilmemesi de iyi olmuş bence. Bunun yerine Mafya ile Kabadayı arasındaki farkın işlendiği bir kurgu filme farklılık kazandırmış.
Bu arada filmdeki esas kızın (Karaca-Aslı Tandoğan) Devran'ın erkekliğine hakaret ettiği sahnenin de filmin akılda kalıcı sahnelerinden olduğunu söylemeliyim. Cinsel içerikli olduğundan mı yoksa erkeklerin korkulu rüyası olmasından mı kaynaklanıyor bilemiyorum ama film hakkında konuşulduğunda bu sahne atlanmıyor ve Kenan İmirzalıoğlu yine çok başarılı. Efemine bir erkeği (Sürmeli - Rasim Öztekin) yaşlanmış olarak izlemek de oldukça farklı ve eğlenceli. Genelde bu tip karakterler hep gençlik yıllarında canlandırılır. Filmde Ali Osman'ın gençliğine bir flashback de hoş olurmuş bence ama n'apalim o kısım da kendi hayal gücümüze bırakılmış.

Kabadayı hafta sonunuzu değerlendirmek için iyi bir alternarif, benden söylemesi. Sonunda kötü adama sempati duyduğum filmeri hep sevmişimdir zaten...

4 Ocak 2008 Cuma

İlaç 7-24, Market 7-24 ve Taksi 7-24 Hizmetleri

İlaç 7-24 hizmeti aslında Temmuz ayından beri İstanbul'da uygulanmaktaymış fakat benim bugün haberim oldu ve hemen sizlerle paylaşma ihtiyacı hissettim.

Ya internet üzerinden ya da 444 7 724 numaralı telefonu arayarak İstanbul içinde günün herhangi bir saatinde ilaç siparişi verebilirsiniz. Siparişini verdiğiniz ilaç en uygun eczaneden temin edilerek kasa fişiyle beraber ortalama 30 dakika içerisinde adresinize ulaştırılıyor. Hizmetin ücreti ise fişte belirtilen ilaç parası ile kurye bedeli. Kurye bedeli olarak ise gündüz 10 YTL, gece ise (19:00-07:00) 15 YTL talep ediliyor. Siparişler için herhangi bir alt limit yok yani hizmet bedelini ödediğiniz taktirde bir kutu aspirin için bile bu hizmetten yararlanabilirsiniz.

Çok yararlı bir hizmet olmasının yanısıra kesinlikle çok da akıllıca bir iş fikri. En kısa zamanda İstanbul dışındaki diğer illere de yayılacağına eminim.

Bu hizmet Market 7-24 Tüketim Malları Pazarlama ve Ticaret A.Ş. tarafından verilmekte. Firmanın adından da anlaşılacağı gibi sadece ilaç konusunda değil herhangi bir market ihtiyacınız olduğunda da yine aynı telefon numarasından ya da bu websitesinden sipariş verebilirsiniz. Teslimat, ödeme gibi şartlar aynı. Aynı firmanın İlaç 7-24 ve Market 7-24 hizmetlerinin yanısıra Taksi 7-24 adında farklı bir hizmeti daha bulunmakta ki benim gibi taksici mağduru biri için en cazip olanı bu! Maksimum 2 yaşındaki, tümü klimalı taksilerle hizmet veriliyor. Şoförleri ise evli ve 25 yaş üzerinde, üniformalı kişiler. Araçlar 24 saat uydudan takip ediliyor. Bu taksi hizmeti için ise ekstra hiçbir ücret vermiyorsunuz. Yine 444 7 724 numaralı telefondan veya internet üzerinden adres bilgilerinizle beraber taksi siparişinizi veriyorsunuz ve araca bindiğinizde normal tarifeden ücretlendiriliyorsunuz. İlk uzun taksi seyahatim için kesinlikle deneyeceğim!

3 Ocak 2008 Perşembe

İnternetten Kitap Siparişi

Geçenlerde Suadiye’deki Remzi Kitabevi’ne gidip birkaç kitap satın aldım. Toplamda üç adet kitaba 50 YTL gibi bir ödeme yaptım. Bence pahalı, herkes kitap için bu kadar bir bütçe ayıramaz ki. Sonra da insanlar neden kitap okumuyor diyorlar. Neden acaba?! Tabii ki fiyatlar çoğu insanın sadece ardına sığındığı bir bahane ama gerçekten kitapları pahalı buldukları için almayan insanlar var. Gerçi artık günümüzde e-kitaplar var. İnternetteki birçok sitede bunlara rastlayıp bilgisayara indirmek ve okumak mümkün. Ama ben tıpkı gazetede olduğu gibi kitapta da illa elimde basılı hali olsun, elle tutup okuyayım isterim. Bilgisayar ekranına bakarak kitap ya da gazete okumak bana kesinlikle aynı zevki vermiyor. Siz de benim gibiyseniz yani illa kitabı elime alır eski usul okurum diyenlerdenseniz fakat kitaba çok para harcadığınızı da düşünüyorsanız size önerim internetten sipariş verip satın almanız. Çünkü yukarıda bahsettiğim kitapları internetten satın alsaymışım 50 YTL yerine 37 YTL harcayacakmışım ve neredeyse bir diğer kitap bedavaya gelecekmiş. Kitapevlerine gidip orada kitapları birebir incelemek elbette daha çok hoşuma gidiyor. Dolayısıyla buralara gittiğimde artık kendime hakim olup bir şey satın almıyor ve eve gidip internetten sipariş veriyorum.

Size önerim kitap alacağınız zaman, özellikle de birkaç kitap birden alacağınız zaman mutlaka şu sitelere bir göz gezdirin:

2 Ocak 2008 Çarşamba

Barnie's Coffee & Tea Company


Cumartesi akşamı E. ile Caddebostan'da Cafe Crown'ın karşısında Barlar sokağına inen sokağın köşesindeki Barnie's Coffee'ye gittik. Bu arada, Cafe Crown kapanmış, bilmeyenlere duyurulur. Gereksiz derecede pahalı bir cafeydi, sadece iki kere gitmiştim. Hatta ikincisi zoraki olmuştu. Neyse, konuyu fazla dağıtmadan Barnie's hakkındaki fikirlerimi kısa kısa sizlerle paylaşayım.

Barnie's in İstanbul'da Caddebostan dışında Türker İnanoğlu Maslak Show Center, Nişantaşı ve Ataşehir'de de şubeleri bulunmakta. Yanılmıyorsam Ankara'da da Barnie's var ve hatta İstanbul'daki Barnie's lerden önce açıldı. Barnie's Amerika'nın Florida eyaleti Orlando şehri merkezli bir kahve zinciri ve Reysaş tarafından Türkiye'ye franchise alınarak getirildi. Barnie'sde kafeinsiz kahve, buzlu kahveli/buzlu meyveli içecekler, sıcak/soğuk kahveli ve meyveli içecekler, çok çeşitli bitkisel çaylarının yanısıra pasta çeşitleri de bulunmakta. Ben hiç kahve içmeyen bir kişi olarak bitki çayı içtim. 5 YTL'ye gelen çaydan iki fincan çıktı. Dolayısıyla fiyatlar gayet makul.

Cafenin dekorasyonu iç açıcıydı. Sigara içilen/içilmeyen bölüm ayrımı neyse ki vardı da rahat ettim. Cafede ayrıca Barnie's markalı özel çay ve kahveler de satılıyor. Hemen girişte üç adet Mac var ve bunlardan internete girebiliyorsunuz. Cafede dikkatimi çeken bir diğer ayrıntı ise Nokia, Samsung, Motorala, Siemens vs gibi birçok cep telefonu markası için şarj aleti bulunmasıydı. Telefonunuzun şarjı mı bitti, kilitli küçük dolaplardan istediğinizi kullanarak bunu kolayca halledebiliyorsunuz. Böyle bir hizmeti bir cafede ilk defa görüyorum. Servise gelince kötü değildi ama öyle çok iyiydi dememi sağlayacak herhangi bir ayrıntı da gözüme çarpmadı. Son olarak, tuvaletler E. tarafından (nam-ı diğer Nodiahp) test edilip onaylandı, hem temiz hem de dekorasyonu gayet güzelmiş.