17 Şubat 2008 Pazar

Simdi ya da Asla (The Bucket List)

Amansiz bir hastaliga yakalandiklari icin hayatlarinin son demlerini yasayan iki erkek ölmeden önce mutlaka yapmalari gereken bir liste hazirlarlar ve bunu birer birer gerceklestirmeye baslarlar. "Simdi ya da Asla"yi boyle ozetleyecek olursak yanlis yapmis olmayiz belki ama filmin ruhunu kacirmis oluruz gibime geliyor.

Öncelikle film birbirine tamamen zit iki karakterin bile ayni kaderi paylasmak durumunda kaldiginda nasil dost olabildiklarini gosteriyor. Jack Nicholson (Edward Cole) sifirdan zengin olmus aksi bir multi-milyoner, Morgan Freeman (Carter Chambers) ise ailesini gecindirmek pahasina hayallerinden vazgecmis usta bir tamirci. Ikisi de kanser olup ayni hastane odasini paylasinca dost oluveriyorlar (Hayat da gercekten böyle degil midir? Normalde arkadas olamayacagimizi dusundugumuz insanlarla hic beklenmedik durumlarda kader birligi edince, aslinda o kadar da farkli olmadigimizi anliyoruz. Özellikle askerlik yapmis olanlar ne demek istedigimi daha iyi anlayacaktir sanirim). Sadece bir kac ay ömürleri kaldigini ögrendiklerinde ise ölmeden önce yapilmasi gerekenleri iceren bir liste yapiyorlar. Ciktiklari yolculukta izleyiciyi dünyanin farkli güzellikleri ile bulusturuyorlar; Misir Piramitleri ve Tac Mahal gibi.... Bircogu hemen herkesin bildigi turistik yerler. Bence de bunlar ölmeden once görülmeli ama siz siz olun mümkün oldugunca bunlari genc yaslarinizda tamamlayin ve hayatinizi bunlari tecrübe etmis olarak sürdürün.
Film, evlilik ve aile ile ilgili de ilginc bakis acilari sunuyor. Carter Chambers baba ve koca olmaktan tamamen kendi hayatini unutmus bir adam portresi ciziyor ve sokakta karisinin elini tutmadan yürümenin ozlemini yasayan bir adamken seyahatin sonunda yeniden karisina tutkuyla asik bir adama donusuyor (Filmlerde bunu tetikleyenin hep baska bir kadin olmasi da ironi olsa gerek). Ne yazik ki bazen birini ne kadar sevdigimizi ve deger verdigimizi ancak ondan bir sure ayri kaldigimizda anliyoruz. Tabii bu ayriligin sebebi ölümse cok gec kalmis oluyoruz. Günlük yasamin akisinda bazen kenara cekilip bir soluk almak gerekiyor sanirim. Edward Cole ise bize ailenin önemini ve hic kimsenin yalniz ölmek istemeyecegini hatirlatiyor. Bir multi-milyonerin bile. Filmden cikinca bir aileye, dostlara, sevgiliye veya cocuklara sahip oldugunuz icin mutlu hissedebilirsiniz. Bunlarin hicbirine sahip degilseniz film sizi melankoliye sürükleyebilir :)
Filmin bir sahnesinde Morgan Freeman eski Misirlilarin inancina göre cennetin kapisinda sorulacak olan iki sorudan bahsediyor. Bence hayatimiz icin önemli iki yol gösterici olabilir bunlar. Hayattan zevk aldiniz mi?... Hayatta baskalarina zevk verdiniz mi?

14 Şubat 2008 Perşembe

Mado

Yukarıda gördüğünüz, Engin'le benim nişan pastamız (14.04.2007). Nişan pastası bakarken henüz şeker hamuruyla harikalar yaratan bloggerları keşfetmemiştim. Onlara da zaten başka bir yazımda mutlaka değineceğim. Dolayısıyla evimizin yakınındaki birkaç büyük pastaneyi gezmiş ve en sonunda Mado'da karar kılmıştım. Ne büyük hataymış! Neyse, geçti gitti sonuçta ama Mado'dan asla bir daha pasta ısmarlamayacağımı da öğrenmiş oldum. Dilim fiyatı Nisan 2007'de ya 5,00 ya da 5,50 YTL idi, emin değilim. Sipariş sırasında özellikle üzerine basa basa belirtmiş olmamıza rağmen yandaki fotoğraftan da anlaşılacağı üzere pasta tam bir krema yığınıydı. Ben şeker hamurlu pasta istedikçe, Mado'da o zaman bizimle ilgilenen şube sorumlusu onun çok ağır olacağını, onların bizim için hazırlayacakları pastanın çok daha hafif olacağını söyleyip durmuştu. Biz de "Mado" adına güvenerek onlara bırakmıştık. Model seçiminde de 3 ya da 4 alternatif sunmuşlardı ve en iyisi bizim seçtiğimiz modeldi, gerisini siz düşünün! İsimlerimizin baş harflerini pastanın sol ve sağ kalbine işlemelerini istemiştik, işte sonuç, şaka gibi! :) Şimdi gülüyorum ama o zaman hayal kırıklığına uğramıştım doğrusu. Acemice çikolata sosuyla G.E yazmışlar. Noktayı niye koyarsın peki? Benim o zamanki soyadım E harfi ile başladığı için bu görüntü o zaman bana daha da komik gelmişti. Sanki kendime pasta yaptırmışım gibi. Bir de acaba pasta ustalarının ilkokula giden çocuğu falan mı yazdı o harfleri? Ne eciş bücüştür.

Mado'nun dondurması, waffle'ı, cheesecake'leri lezzetli olabilir ama özel bir gününüz için pasta yaptıracaksanız aman siz siz olun bir daha düşünün. Sonra söylemedi demeyin ;)
Not: Sevgililer Günü konseptine uygun bir yazı koyayım derken, aklıma nişan pastamız ile ilgili birşeyler yazmak geldi ;)

13 Şubat 2008 Çarşamba

Saç Dökülmesi

Geçen hafta size Lush hakkında detaylı bir yazı yazmıştım. Henüz okumadıysanız buradan merakınızı giderebilirsiniz :) Gelelim asıl konumuza. Son birkaç senedir sürekli saç dökülmesi problemi yaşıyorum ve bu problem sanki özellikle kış aylarında daha da artıyor _ ya da bana öyle geliyor _. Sonunda geçtiğimiz kış bir dermatoloğa giderek şikayetimden bahsettim ve benden bir sürü kan testi istedi. Tahlil sonucunda kanımda aradığımız her neyse hepsi normal seviyelerinde çıktı :) Neyse ki demir eksikliğinden vs kaynaklanan herhangi bir sorun değilmiş. Tabii sonuç böyle olunca herhangi bir ilaç vs veremedi. Onun yerine bana eczanede sağlam fiyatlara satılan kozmetik bir şampuan ile serum önerdi. Sonra da amabunlar epey pahalıdır, sen en iyisi şu markanınkileri al, o da aynı işi görür diyerek başka bir ürün tavsiye etti. Özel sigorta elbette ki karşılamadı! Neyse, ben bunu geçen kış doktorun belirttiği şekilde düzenli bir şekilde kullandım ve sorunum ortadan kalktı ama bu sene yine aynı şey olmaya başlayınca dedim bu sefer kılımı kıpırdatmam. Kime niye tavır yapıyorsam :) Tahlil, doktor, izin vs ile uğraşmamak içindi sanırım bu inat.
Aralık ayında bir akşam, İsviçre'den Noel tatili için gelen eski yazlık arkadaşımla Bağdat Caddesi'nde dolaşırken onu Lush'a sürükledim. Evet, evet, resmen sürükledim :) İstedim ki o da benim gibi tüm renkleri, kokuları doya doya içine çeksin. Sırıtarak ayrılsın o mağazadan. İşte o sırada aklıma geldi ve satış elemanına saç dökülmesi için herhangi bir ürünleri olup olmadığını sordum. Bana "Squeeky Green Shampoo Bar"ı önerdi. Taze ısırgan otu, biberiye ve nane içeren bir katı şampuan bu. Özlem'in bana yılbaşı hediyesi oldu hatta :) Yaklaşık iki aydır bu şampuanı gün aşırı her banyoda kullanıyorum ve gerçekten saç dökülmemi gözle görülür bir şekilde azalttı. Tek sorun saçlarımı keçe gibi yapması. Saçlarımı hem sertleştirdi hem de duştan sonra açması çok zorlaştı. Lush bir de buna çözüm bulsa süper olacak :) Bununla ilgili olarak foruma yorum da bıraktım ama henüz dikkate alıp geri dönüşte bulunan bir yetkili olmadı. Bu katı şampuanın fiyatı 18 YTL. Ama küçük olduğuna bakmayın, ben 2 aydır düzenli olarak kullanıyorum ve henüz bitmedi.

12 Şubat 2008 Salı

Gaste

Son günlerde sabahları sokaklarda size bedava gazete vermeyi teklif eden gençlerle karşılaşmış olabilirsiniz. Insan önce istemdışı olarak almaktan çekiniyor çünkü alışmışız orada burada abuk sabuk reklam broşürlerine. Ancak geçen gün aldım bana uzatılan gazeteyi ve Gaste ile karşılaştım. Alıştığımız gazete formatında değil. Bir kere yurt dışındaki tabloid gazeteler büyüklüğünde. Yanlış hatırlamıyorsam star gazetesi ilk çıktığı zaman bu boyuttaydı ama sonra ya tutmadı ya da maliyetleri daha yüksek olduğu için kaldırıldı. Halbuki yolda okumak için çok daha elverişli bir boyut bu. Otobüste, metroda veya vapurda dipdibe otururken yanınızdakinden rahatsız olmazsınız.

İçerik olarak bu gazete daha çok Istanbul ve dünya gündeminden oluşuyor ve sabah yolculuğunuza bedavadan bir renk katıyor. Güncel politika, spor, teknoloji ve Istanbul rehberi gibi sayfaları da mevcut. Isteyene bulmaca da var. Anladığım kadarıyla finansmanını reklamlar aracılığıyla sağlıyorlar ve bu yöntem yurtdışında başarıyla uygulanıyor. Eğer bol köşe yazarlı, derin analizler içeren gazetelere meraklıysanız, Gaste size göre değil ama sabah sabah ne var ne yok diye şöyle bir 15 dakika göz atmak niyetindeyseniz; tatmin olabilirsiniz.

Tabii bu gazetenin yayın hayatının daha çok başında olduğunu da unutmamak lazım. Gerçi her zaman için bedava olacaklarının ve asla yüzde elliden fazla reklam barındırmayacaklarının sözünü veriyorlar ama ileride de şimdi olduğu gibi otuz iki sayfa olabilecekler mi göreceğiz.
---
Ve malesef Gaste Subat 19, 2009 günü son sayisini cikartarak okuyucusuna veda etti. Ben cok alismistim ama ne yazik ki uzun ömürlü olamadi.
---

8 Şubat 2008 Cuma

Ben Efsaneyim (I Am Legend)


Ben Efsaneyim (I Am Legend), oyuncu kadrosu olarak pek geniş olmasa da (tek kişilik gösteri demek yanlış olmaz herhalde) Will Smith’in oyunculuğu ve görsel efektler genelde sürükleyici bir film çıkarmış ortaya. Bilimadamları kansere çare bulayım derken insanı ışığa aşırı hassas birer zombiye çeviriyor ve biz hayatta kalan son kişi olarak Will Smith’in mücadelesini seyrediyoruz. Macera üçüncü dünya savaşında yok olmuş dünyanın çorak çölleri gibi bir ortam yerine ıssız New York sokaklarında geçiyor. New York’a gitmiş olanlar için eminim çok eğlencelidir oraları ıssız görmek.

Will Smith dünyada tek başına kalmanın psikolojisini oldukca güzel yansıtıyor ama bazı sahneler gereksiz uzuyor ve filmin akıp gitmesine engel oluyor. Onun dışında sık sık koltuğunuzda geri sıçramak zorunda kalabilirsiniz çünkü aksiyon sahneleri oldukça başarılı. Will Smith’in köpeğinin peşinden karanlık hangara girdiği sahnede ise güzelce geriliyorsunuz.

Lush

Size bugün aslında aylardır aklımda olan fakat bir türlü yazma fırsatını bulamadığım Lush mağazasından bahsedeceğim. Bağdat Caddesi'ni bilenler eminim ki Suadiye'den geçerken Lush'ın sokağa taşan koku cümbüşüne kapılıp illa ki bu mağazayı ziyaret etmişlerdir ya da en azından ziyaret etmemiş olsalar bile farketmişlerdir. Aslında cadde üzerinde değil, Suadiye'deki beyaz Vakko köşkünün sokağında, Vapiano'nun hemen yanında (Vapiano ile ilgili yazıma buradan ulaşabilirsiniz).

Lush, aslen bir İngiliz markası, ülkemize de 2007'de geldi. İilk mağazasını Bağdat Caddesi'nde Suadiye'de açtıktan sonra, ikinci şubesini İzmir Alsancak'ta ve üçüncü şubesini de yine İstanbul'da Nişantaşı'nda City's Alışveriş Merkezi'nde açtı. Organik, el yapımı ve taze kozmetik ürünleri satıyorlar. Ama şekerleme de satıyorlar denilebilir çünkü sabunları tam yemelik :) Sizce de öyle değil mi? Yukarıdaki resme baktıkça içim açılıyor! İstanbul ve İzmir dışında yaşayanlar da hiç üzülmesinler çünkü web sitelerinden de sipariş verebiliyorsunuz. Sadece taze yüz maskelerini internet üzerinden satın alamıyorsunuz ki onun sebebi de zaten çok açık, adı üzerinde, taze ;)

Lush'ın ürün yelpazesi kısaca şöyle:

- Banyo Ürünleri
- Cilt Bakım Ürünleri
- Saç Bakım Ürünleri
- Sabunlar
- Duş Ürünleri
- Kişisel Bakım Ürünleri
- Masaj Kremleri
- Parfümler
- Taze Yüz Maskeleri
- Hediyelikler

Malum organik, el yapımı ürünler vs pahalı. Dolayısıyla Lush için de öyle ucuz bir mağaza diyemem ama verdiğiniz paraya değip değmeyeceğine siz gidin gezin ve karar verin en iyisi. Bence kesinlikle değiyor :) Suadiye'deki mağaza personeli inanılmaz ilgili ve ürünler konusunda olması gerektiği gibi bilgili! Ben uzaktan uzağa rengarenk sabunlara sırasıyla bakıp yanlarında kara tahtaya beyaz tebeşirle yazılmış esprili yazıları okurken yanıma gelen satış görevlisi koklamamı, böyle uzaktan bakmamı söyledi. Sonra beraber sabunları, banyo köpüklerini ve banyo balistiklerini koklarken bunun da yeterli olmayacağını söyleyerek bana seçtirttiği bir banyo köpüğüyle onunla uyum sağlayacak banyo balistiklerini bir kaba kırarak sıcak suda eritti ve elimi suyun içine sokarak bir fikir edinmemi sağladı. Her ürünün yanındaki kara tahtada o ürüne verdikleri isim (Honey I Washed the Kids, Rockstar, Dream Cream vs) , içeriği, ne işe yaradığı ve fiyatı yazıyor. Bunun yanısıra esprili yazılar da yer alıyor :) Örneğin "Rock Star" adını verdikleri şeker pembesi sabun için "Aman Dikkat!! Yıkanırken şarkı söyletir" yazıyor.

Engin'le Lush'a yaptığımız ilk ziyaretimizde bir banyo köpüğü, ona uygun bir banyo balistiği ve bir de benim için Egg Snog Lip Balm satın aldık. Gerçi bana kalsa mağazayı boşaltırdım ama neyse ki yanımda Engin vardı :)

Kasada isminizi kaydediyorlar ve müşteri databanklarına alıyorlar. Kayıt esnasında cep telefonunuzu da alıyorlar ama aylardır bana Lush'tan herhangi bir sms vs gelmedi, bu kayıtları kullandıklarını sanmıyorum, en azından şimdilik. Ürünleriniz plastik kağıtlara sarılarak geri dönüşümlü kağıttan yapılan Lush torbasına yerleştirilerek size veriliyor. İçine bir de Lush Times koyuyorlar. Lush Times'da da tüm ürünlerinin detaylı açıklamalarını, fiyatlarını resimleriyle beraber inceleme fırsatınız oluyor. Böylece 2. ziyaretinizi de garantiye almış oluyorlar çünkü Lush Times'a bakıp da tekrar mağazayı ziyaret etmemeniz pek mümkün değil :)

Lush'ın özellikle taze yüz maskelerini ve parfümlerini öneriyorlar ama ben denemediğim için bir yorumda bulunamayacağım.


5 Şubat 2008 Salı

İndragandi

Sizlere 1,5 sene önce tanıştığım bir web sitesinden bahsetmek istiyorum. Adı, İndragandi, bir alışveriş sitesi, tıpkı Strawberrynet gibi. İndragandi'nin özelliği her gün saat 12:00'de yeni bir ürünün satışa sunulması ve bir önceki günün ürününün satışının iptali. Siteye üye olmanız, alışveriş yapmanız ve foruma yorum yazmanız için yeterli. İndragandi, ağırlıklı olarak teknolojik ürünlerin satışını yapıyor ama arasıra başka ürünler de oluyor. Sitede rastlayabileceğiniz ürünler: cep telefonu, printer, kartuj, notebook çantası, hard disk, USB stick, RAM, CD/DVD çantası, dijital fotoğraf makinesi, monitör, flash kart vs gibi çok çeşitli. Benim tavsiyem siteyi her gün takip etmeniz çünkü ürünler piyasa değerlerinin altında satılıyor. Sitedeki bir başka güzel uygulama da bir ürünün bir kullanıcı tarafından en fazla üç adet satın alınabilmesi. Böylelikle tüm kullanıcılara beğendikleri ürünleri alabilmeleri için fırsat tanınmış oluyor. Gerçi insan kötü niyetli olduktan sonra bu uygulama da beş para etmez ya, o da ayrı konu.
Soldaki resimdeki de benim yazın İndragandi'den satın aldığım Case Logic Dijital Fotoğraf Makinesi Çantası. Gerçi sadece fotoğraf makinesi çantası değil, su şişemi, mendilimi, cüzdanımı ve daha birçok ıvır zıvırımı koyabileceğim işlevsel spor bir çanta.

Cilt Bakım Ürünleri - Dermalogica


Hazır cilt bakımından bahsetmişken gelelim yüzüm için kullandığım ürünlere. Eskiden Retina'yla bu işlere başlamamın etkisiyle onların tavsiyesiyle Dermalogica ürünlerini kullanmaya başlamıştım ve o kadar memnun kaldım ki 5 senedir de devam ediyorum. Ürünleri Türkiye'de pahalı fakat daha önceki bir yazımda bahsettiğim gibi eğer Strawberrynet'ten satın alırsanız çok daha ucuza geliyor ürünler.

Eğer cildiniz için neleri kullanmanız gerektiğini bilmiyorsanız telaşa gerek yok :) Aşağıdakilerden birini yapabilirsiniz.

- Dermalogica ürünlerini satan bir güzellik merkezinde cilt analizi yaptırmak.

- Bazı büyük eczane-parfümerilerde dönem dönem cilt bakım uzmanları oluyor ve ücretsiz cilt analizlerinizi yaparak size en uygun ürünleri veriyorlar.

- Dermalogica'nın web sitesine girerek buradaki linkten bedava yüz analizinizi yapabilir ve sitenin size önerdiği ürünleri satın alıp kullanmaya başlayabilirsiniz. Yukarıdaki analizi örnek oluşturması açısından ben kendi cildim için yaptım.

- Dermalogica'nın web sitesinden tek tek ürünleri inceleyebilir ve detaylı açıklamaları okuyarak cildiniz için en doğru ürünü kendiniz seçebilirsiniz.

Güzellik Merkezleri - Cilt Bakımı

Aslında bu yazıyı daha önce Günlük Hayat için yazmıştım. Ama okumamış olanlar için burada tekrar yayınlamanın iyi olacağını düşünüyorum. Bu yazıyı cilt bakımı için hangi güzellik merkezine gittiğimi soran Mücevher Kutusu için yazmıştım aslında.
Cilt bakımı için yaza kadar Kalamış'taki "Retina"ya gidiyordum ve çok memnundum. Ama sonra para tatlı gelince (biraz tuzlu çünkü, tam cilt bakımı ki iki saate yakın sürüyor, boyun, el, kol, ayak masajları da dahil içine 200 YTL) ara vermiştim. Yazın eski şirketimden bir arkadaşım Bağdat Caddesi'ndeki bir merkeze bedava mini cilt bakımına gitmiş, benim adımı vermiş, bana da ücretsiz bakım yaptılar vs. Sonrasında çok makul fiyata (6 adet cilt bakımının olduğu paket fiyatı 420 YTL) promosyon dahilinde bir cilt bakımı paketi satın aldım ve şimdi oraya gidiyorum, adı Miss Form, Şaşkınbakkal'da, Kentucky Fried Chicken'ın karşısında. Orası da fena değil ama Retina'dan sonra sanırım hiçbir yere "iyi" diyemiyorum. Yoksa kötü bir merkez değil. Fakat Retina'da seni tek başına, loş hatta neredeyse karanlık bir odaya alıyorlar. Klasik müzik eşliğinde pek konuşmadan iki saate yakın tam bir cilt bakımı yapıp bunun yanısıra masaj da yapıyorlar. Cansel Hn'ın elleri adeta büyülü. Genellikle uyuyakalıyorsun zaten. Sonrasında da sana bitki çayı ve kepekli bisküvi getirerek dinlendiriyorlar ve ayılmanı sağlıyorlar. Oradan çıktığında elinde olmadan yüzünde salak bir sırıtış oluyor ve inanılmaz rahatlamış oluyorsun. Halbuki Miss Form böyle değil. Genelde senin dışında 3 kişinin daha olduğu bir odada yapılıyor cilt bakımı. Masaj vs yok. Oda çok aydınlık ve çançan sürekli konuşma oluyor. İçerideki ve koridordaki diğer çalışanların da tüm geyiklerini ve konuşmalarını duyuyorsun. Genelde bir saati çok az geçiyor bakım ve oradan çıktığında öyle rahatlamış ya da ekstra mutlu bir ifadeyle çıkmıyorsun. Gerçi orada da Sevda Hn var, o diğerlerine göre daha yetkin ama yine de ben Retina'nın üzerine tanımam :) Ben para mı alsam Retina'dan ne, iyi reklamlarını yaptım :)

29 Ocak 2008 Salı

Vapiano

Tesadüfen son yazılarımız arka arkaya hep cafe/restoran oldu. Çok obur bir çift izlenimi mi çiziyoruz yoksa :)

Vapiano, Bağdat Caddesi'nde Suadiye Vakko'nun (beyaz köşk) sokağında, Lush'ın yanında bulunan bir İtalyan restoranı. Restorana girerken güleryüzlü bir hostes sizi karşılıyor ve hoşgeldiniz derken aynı zamanda da elinize chipli bir kart tutuşturuyor. Restoranda üç tip ana yemek seçme şansınız var. Makarna, pizza ya da salata. Diyelim makarnada karar kıldınız. Makarna bölümüne giderek önce hangi çeşit makarnayı istediğinize karar vermeniz gerekiyor. Burgu mu penne mi spagetti mi... Sonrasında ise içeriğine ve sosuna karar vermeye geliyor sıra. Bunun için menüdeki makarnalardan birini seçebileceğiniz gibi istediğiniz malzemeleri söyleyerek siz de kendinize özel bir tarif yaratabilirsiniz. Benim tercihim penne makarna ile ton balığı, mısır, mantar, krema ve parmesan peyniri oldu. Herşeye ton balığı koyabilmeyi başarıyorum. Salata, makarna, pizza, hiç farketmiyor :) İşin eğlenceli kısmı ise bu seçimleri yaptıktan sonra başlıyor. Aşçılar seçimleriniz doğrultusunda yemeğinizi gözünüzün önünde hazırlıyorlar. Girişte verilen çipli karta ise tüm siparişleriniz yükleniyor. Tam bu esnada örneğin pizza gibi hazırlaması nispeten daha uzun süren bir yemek seçtiyseniz aşçılar elinize siyah, ufak, dikdörtgen bir alet veriyorlar ve siz giriş katında ya da üst katta oturmaya başlıyorsunuz. Yemeğiniz hazır olduğunda bu alet titreyerek sizi uyarıyor ve gidip yemeğinizi alıyorsunuz. Söylediğim gibi ben o gün öğle yemeğinde iş yerindeki arkadaşlarımla gittiğimde tercihimi makarnadan yana kullandım. Ama elbette pizza seçen arkadaşımın yemeğinin tadına da baktım :) Enfes mantarlı bir pizzaydı ve de ko-ca-man-dı! Ihhmmm, nasıl da acıktım şimdi.
Dekorasyon genel olarak ferah ve aydınlık. Biz giriş katında oturduk gerçi ama gördüğüm kadarıyla üst katta daha rahat oturacak yerler var. Biz bank gibi birşeyin üzerine oturduğumuz için sırtımızı yaslama imkanımız olmadı. Bir dahaki sefere hem pizza yenecek hem de üst kattaki rahat koltuklara yerleşilecek :) Bu arada az kalsın unutuyordum. Yemeğiniz bitip de restorandan ayrılacağınız zaman öyle garson arama, çağırma, hesap isteme, hesabın gelmesi, para üzeri bekleme vs yok. Çipli kartınızı alıp çıkıştaki kasaya gidiyor ve ödemenizi yapıyorsunuz.