3 Mart 2008 Pazartesi

Schiller Chiemsee

Cumartesi günü Mecidiyeköy’deydik, bloga yazacak çok malzeme çıktı ama yavaş yavaş gidelim değil mi? :) Ben ilk olarak Cevahir’deki Schiller Chiemsee Cafe’den bahsetmek istiyorum. Akşamüstü, Cevahir Alisveris Merkezi'nde yorgunluktan bitmiş vaziyette kahve içecek bir yer ararken ve Kahve Dünyası’nda her zaman olduğu gibi yer bulamayınca yolumuz Schiller Chiemsee’ye düştü. Kahve Dünyası’nda bir tek boş masa bile yoktu. Ayakta bizim gibi yer bakanlar, kalkanlardan boşalan masaları kapabilmek için birbirlerinin gözlerini oyacak ve masalara atlayacak panter edasıyla gezinirken biz pes ettik :)

Schiller Chiemsee’in içerisi sigara dumanı olduğu için biz dışarıda oturmayı tercih ettik. Dışarıdaki rahat, yayilmalik koltuklarda yer kalmadığı için ise masa ve üç sandalye işimizi gördü. Gerçi dışarıdaki masaları öyle bir yaymışlardı ki acaba self servis mi diye düşündük önce. Gerçi garson bir süre sonra elinde menüyle gelince anladık ki az eleman olmasına rağmen bir şekilde yetişiyorlar. Gerçi hesap ödemek ya da sipariş vermek için garsonla biraz köşe kapmaca oynamanız gerekse de aceleniz yoksa hiç sorun değil bu elbette. Servis elemanları saygılı ve kibar ki bu benim için cok önemli bir unsurdur.

Üçümüz de (Engin, ben ve Çeço) havanın çok güzel olması bahanesiyle seçimimizi buzlu caylardan yana kullandık. Ben çilekli (Berry Garden), Çeço şeftalili (Pink Peach), Engin ise naneli ve limonlu soğuk içecek (Mojitea) aldı. Benimki oldukça şekerliydi fakat Engin’in seçimi en-fes-ti. Bir sonraki gidişimde kesinlikle Mojitea deneyeceğim. Bu arada içeceklerimiz estetik açıdan da harikaydılar. Ben çok memnun kaldım, gidin deneyin derim. Bagdat Caddesi'nde Suadiye'de de bir subeleri var, gelip gecerken gormustum.

1 Mart 2008 Cumartesi

Taksi Dolmus

Baska bir sehirde var mi bunlardan bilmiyorum ama Istanbul`da bircok insan ulasim icin dolmuslari tercih ediyor cunku hem ara duraklari olmadigi icin nispeten hizli bir ulasim sagliyorlar hem de oturma garantisi var. Ancak....

Her ne kadar alternatif ulasim araclari olarak tercih ediliyor olsalar da (ki ben de oldukca sık kullanirdim eskiden) ben dolmuslarin aldiklari paranin karsiligini verdiklerine inanmiyorum. Aslinda bakarsaniz uyuzum biraz bu dolmuslara. Otobusle Bostancidan Taksime kac liraya gidebiliyorsunz; 2.5 tl. Peki Deniz Otobüsü - Füniküler yoluyla kaca? 3.5tl + 1.2tl =4.7 tl. Dolmuslar ayni hat icin 4.75 tl aliyordu ben en son bindigimde ama bunun karsiliginda külüstür bir aracta ve sıkıs tıkıs gidiyorsunuz. Hele bir de ikili koltuga kaldiysaniz ya kenarda yarim oturabiliyorsunuz ya da sagdan soldan ezilerek. Bircogunun koltuklari da sanki coplukten toplanmis gibi cökük. Bu kadar zor mu bu dolmuslari konforlu yapmak anlamiyorum. Yani en azindan klimali olmalarini beklemek cok mu fazla? Artik yeni otobüsler bile klimali. Deniz otobüsü hakeza. Soförlerin sira kapmak icin piskopat gibi kullanmalarini saymiyorum bile. Bu ücret karsiliginda daha iyi bir hizmet haketigimize inaniyorum.

Yagmurlu bir gunde Taksimden dolmusa binmek gibi bir niyetiniz varsa yandiniz cünkü sira beklerken altina siginabileceginiz bir durak bile yok. Her gun yuzlerce belki de binlerce insan bu araclari kullaniyor ama nasil denetlendikleri belli degil. Rekabet olmayinca ve kurumsal bir catinin altinda hizmet vermeyince boyle oluyor sanirim. Belki de dolmuslar ozel bir isletmenin (söförler kooperatifi gibi birsey belki) altinda toplansa daha verimli hizmet alabilirdik. Bari Ford su araclarinin toplu tasima isinde kullanildiginin bilincine varip amacina uygun bir dizayn gelistirse de rahatlasak...

28 Şubat 2008 Perşembe

Tefal Minute Snack Mini Fritöz



Yandaki fritözü iş arkadaşlarım evlilik hediyesi olarak getirmişlerdi. Aslında neye ihtiyacım olduğunu sorduklarında benim söylediğim birkaç alternatiften biriydi. En sevdiğim hediye modeli :) (SOR-AL)

Eğer siz de 2-3 kişilik çekirdek bir aileyseniz, Tefal'in bu mini fritözü çok kullanışlı. 400 gram patates kızartması, 1 litre de yağ kapasitesi var. Minik olduğu için de dünya kadar yağı içine boşaltmak zorunda kalmıyorsunuz. Kullanımı da temizliği de hem çok kolay hem de çok pratik. Filtresi sayesinde pek koku yapmıyor. İçerisindeki malzemenin kızarıp kızarmadığını anlamanız için cam bir göz yapmışlar fakat buhardan pek içeriyi göremiyorsunuz. Dolayısıyla ara sıra kapağını açıp kontrol etmenizi tavsiye ederim. Tabii yanık patatesler ya da sigara börekleri yemek istemiyorsanız ;)

Carte Dor Passion Serisi (Çilek Aşkı)


Yeni keşfim Carte Dor'un Passion Serisi'nden Çilek Aşkı, ııhhmmmm :) Bilmem anlatabildim mi? Aslında çok yeni deil, geçtiğimiz bahar aylarında piyasaya çıkmış ama ben o zamanlar evlilik hazırlıkları içerisinde olduğum için dondurmaymış, kalorili herhangi bir yiyecek/tatlıymış, gözüm görmüyordu tabii. Görse de görmemezlikten geliyordu. Son birkaç haftadır bizim evin oradaki Şok mağazasında buzluğun içine bakıp bakıp göz kırpışıp duruyorduk. Sonunda bakışma evresini atlayarak tanışma evresine geçtik ve çok da iyi yaptık. Enfes bir lezzet. Eğer siz de benim gibi hem bir çilek sever hem de çikolata severseniz, işte mükemmel karışım ve lezzet diye ben buna derim. Çilekli dondurmanın içerisine kalp şeklinde minik çikolatacıkalr atmışlar, onların içerisinde de çilek sosu. Hem çikolata konusunda da cimri davranmamışlar. Cumartesi'den beri akşamları azar azar yiyordum, bitmesine korka korka. Ama sonunda bitti, dün akşam boş kutusu çöpü boyladı. Hoş, önce bir süre boş kutusuyla da bakıştık vedalaşmadan önce.
Serinin diğer iki çeşidi ise Çikolata Tutkusu ve Karamel Ateşi. Çikolata Tutkusunda çikolata dondurmanın içerisinde brownie parçaları varmış. Karamel Ateşi'nde ise vanilyalı dondurma içerisinde karamel sos. Bir sonraki alışverişte Çikolata Tutkusu'nu almak farz oldu. Yanlış anlamayın sakın, sırf test edip sizlerle paylaşmak için :P
Bu arada lansman döneminde yapılan web sitesine buradan ulaşabilirsiniz. Sitede ufak bir test ile hangi çeşidin sizin tutkunuz olduğu ölçülüyor ve benimki yukarıda da görebileceğiniz gibi tabii ki Çilek Aşkı çıktı.

26 Şubat 2008 Salı

Boleyn Kızı

Aslında Boleyn Kızı'yla ilgili daha önce kişisel blogumda bir yazı yazmıştım. Gerçi o yazıyı yazdığım sırada henüz kitabı bitirmemiştim. Okumamış olanlar için aşağıda bir kısmını paylaşıyorum:
Geçtiğimiz Pazar evde sıkılıp hava almak için caddeye yürümüştük. O sırada Remzi kitapevini talan ederek 4 kitap almıştım. Bunlardan, Aralık ayında filmi gösterime girecek olan Boleyn Kızı'na başladım. Öyle tarihi romanları çok sevmem ama bunun dili gayet iyi, o yüzden okurken hiç sıkılmıyorum ki bu çok önemli çünkü kitap 850 sayfacık :) Kitap okurken mutlaka film gibi kafamda canlandırırım yoksa o kitabı zaten daha fazla okumaya devam edemem. Kitap 1500'lü yıllarda İngiltere sarayında geçiyor. Kitabın konusu üzerinde de yazdığı üzere kısaca şöyle:
"Mary Boleyn, on dört yaşında, masum bir kız olarak kraliyet sarayına geldiğinde, VIII. Henry'nin gözlerini kamaştırır. Gördüğü ilgiyle tüm varlığı alt üst olan Mary, hem altın prensine aşık olur, hem de gayrıresmi kraliçe olarak her geçen gün artan rolüne. Ancak öyle bir an gelir ki, kralın kendisine olan ilgisi gittikçe sönmeye başladığında, ihtiraslı planlar yapmakta olan ailesinin piyonuna dönüştüğünü fark eder ve en yakın arkadaşından uzaklaşmaya ve rekabet etmeye zorlanır: Kız kardeşi, Anne Boleyn'den. İşler iyice çığırından çıktığında ailesine ve kralına baş kaldırması gerektiğinin farkına varır ve kaderinin iplerini kendi eline alır.Son derece zengin biçimde işlenmiş, etkileyici bir aşk, seks, ihtiras ve intikam masalı. Boleyn Kızı, Avrupa'nın en heyecanlı ve gösterişli saraylarından birinin tam kalbinde yaşamış, sıradışı eğilimleri ve ihtirasları olan, içindeki sesi dinleyerek varlığını sürdürebilmiş bir kadını tanıştırıyor dünya okuruna."
Aralık'ta beyazperdede kız kardeşleri Scarlette Johansson ile Natalie Portman'ın oynayacağını okumuştum.
Kitabı bitireli epey oluyor gerçi ama bir türlü fırsat bulup Deneyimlerimiz'de sizinle paylaşamamıştım. Kitap uzun ama hiç sıkıcı değil, tersien oldukça sürükleyici. Tasvirler o kadar güzel ve detaylı yapılmış ki her şeyi kafanızda adeta bir film izlermiş gibi canlandırabiliyorsunuz. İki kız kardeşin (aslında sadece ablanın) hırsları uğruna birbirleriyle çekişmeleri, çirkinlikler, dalavereler akıl almayacak şekilde anlatılmış. Ablamla kendimi düşündüm de bir kez daha ilişkimizin ne kadar kıskanılacak güzellikte olduğunu farkettim. Son 3 senedir aramıza mesafeler girmiş olsa bu neyse ki hiç değişmedi :)
Bir de filmi güya Aralık'ta gelecekti ama bildiğim kadarıyla gelmedi henüz. Ya da geldi de ben mi kaçırdım?

20 Şubat 2008 Çarşamba

Yüzüme Kullandığım Cilt Bakım Ürünlerim


Geçtiğimiz haftalardaki Dermalogica hakkındaki yazımdan sonra bazı bloggerlar hangi ürünleri kullandığımı sorunca ben de tek tek mail olarak atmaktansa buradan toplu bir cevap vermek istedim :)

Evimde bulunan Dermalogica ürünlerimi yukarıdaki resimde görebilirsiniz. Offff böyle yanyana dizince ne de çokmuş meğer, gözüm korktu :)

1- Anti-Bac Skin Wash: Akneli ve yağlı ciltlere uygun bir yüz temizleme jeli, sabah akşam cildimi önce bununla temizliyorum. Ergenlik çağından bir türlü çıkamadığım için (!) (yaş 27 bu arada) yüzümde yağlanma ve akneler halen oluyor. Bu arada, ürünün böyle devasa olduğuna bakmayın, ben abarttım, gözüm doymadı salon boyunu aldım en son :) Yoksa daha makul ebatta olanları da var.

2- Oil Control Lotion: Bu nemlendirici de yine akne eğilimli ve yağlı ciltli olanlar için uygun. Eskiden bu ürünü tüm yüzüme uygulardım ama artık bazı bölgelerde çok kuruma olduğu için sadece yüzümün yağlı olan bölgelerine (alın, burun ve yanaklar) sürüyorum. Tabii önce 1 numara ile cildimi temizledikten sonra.

3- Skin Hydrating Booster: Bu ürün, Dermalogica'nın konsantre bir destekleyici ürünü. Az önce bahsettiğim gibi yüzümün bazı bölgelerinde kuruma olduğu için temizledikten sonra oil control lotion uygulamadığım kuru bölgelere bu ürünü sürüyorum. Bu ürün, çok kuru ciltlere maksimum düzeyde nem ve canlılık sağlayan konsatre bir sıvıdan oluşmakta.

4- Gentle Cream Exfoliant: Yüzümün ihtiyacına göre haftada 1-2 kere 5 ya da 6 numaradaki maskeleri kullanmadan önce temiz cildime bu ürünü uyguluyorum ve mümkünse konuşmadan, mimiklerimi kullanmadan bir 10 dakika sabredip sonra da yüzümü suyla yıkıyorum. Bu ürün ölü deri hücrelerinin dökülmesine ve yeni hücre oluşumuna yardımcı olarak cildinizi canlandırıyor.

5- Skin Hydrating Masque: Bu ürün, nemlendirici bir yüz maskesi. Yüzümün neme ihtiyacı olduğu zamanlar ihtiyacıma göre haftada 1-2 kere 4 numarayı kullandıktan sonra yüzüme uyguluyorum ve yine konuşmadan ve mimiklerimi kullanmadan bir 10 dakika sabredip sonra da yüzümü suyla yıkıyorum. Göz çevresine de uygulayabilirsiniz.

6- Skin Refining Masque: Bu maskeyi ise bir dönem cildimdeki aşırı yağlanmayı önlemek için kullanıyordum. Uygulanışı tıpkı yukarıda 5 numarada anlattığım şekilde. Bu maske, aşırı yağlanmayı ve ciltteki yağ birikmesini engelleyerek ciltte sivilce oluşumunun azalmasına yardımcı olur. Yağlı ciltler için ideal bir maske.

7- Multi Active Toner: Bu ürünü genelde çantamda taşıyorum. Gün içerisinde yüzümün kuruduğunu ya da gerildiğini hissettiğim anda birkaç kere bu spreyi uyguluyorum. Hem cildim ferahlıyor hem de yüzümün nem dengesi korunmuş oluyor.

8- Barrier Repair: Tahriş olmuş ya da çevresel etkenlerden hassaslaşmış ciltler için uygun bir ürün. Bir dönem yüzüm soğuklardan fazlaca etkilenmişti. İşte o zaman bu ürün kurtarıcı gibi imdadıma yetişti çünkü cildi oluşacak hasarlara karşı koruyacak olan doğal nem bariyerinizi kuvvetlendiriyor. Aslında bu ürün erkeklere de öneriliyor, özellikle traş sonrası tahrişleri önlemek için. Tabii ya onların başı kel mi :)

9- Total Eye Care: Yaşım gereği şimdilik sadece sabahları kullanıyorum. Aslında daha bu sene kullanmaya başladım ve de çok memnun kaldım. Yüzümüzün en hassas bölümü olan göz çevremize iyi bakmalıyız değil mi? Bu ürün göz çevremi korumasının yanısıra sabahları bir ferahlık ve parlaklık da veriyor.
Kendi cildinize uygun ürünleri incelemek isterseniz Dermalogica'nın web sitesi işinize yarayacaktır. Her ürün detaylıca anlatılıyor. Ya da ben tembel tenekeyim öyle girip tek tek okumakla uğraşamam derseniz sizi güvendiğiniz bir eczane-parfümeriye gitmeye davet ederim :)

Photographia - Düğün Fotoğrafları


Sizi düğün fotoğraflarınızı çektireceğiniz zaman birçok stüdyo dolaşmaktan kurtaracak bir deneyim aktaracağım şimdi. Biz evlenirken fotoğraflarımızı Photographia’da çektirdik ve şimdi düşününce düğünümüzü yaptığımız Arı Kovanı Restoran dışında düğün hazırlıklarında beni bu kadar tatmin eden başka bir yer olmamıştı (restoranı da artık başka zaman anlatırım).

Bir kere çekimleri kapalı alan bir stüdyoda yapmıyorlar. Böylece bildiğimiz o klasik fonlardan ve koltuklu pozlardan otomatik olarak kurtulmuş oluyorsunuz. Bunun yerine çekimleri kendi bahçelerinde gerçekleştiriyorlar ve siz sonradan o bahçenin resimlerde ne kadar güzel çıktığına inanamıyorsunuz. Bahçede salıncak bile var. Mutlaka salıncakta da bir poz isteyin çok hoş oluyor.


Fotoğrafçının kendisi de yardımcıları da çok güleryüzlü ve kibar. Gelin ve damat içeri girdiklerinde önce şöyle güzelce bir kontrolden geçiyor. Gelinin makjayı tazelenirken, damadın ayakkabısının altındaki unutulmuş etikete varıncaya kadar üst başa çekidüzen veriliyor. Kendimi biraz tuhaf hissettim. Biri bana resimlerde parlamamam için fondöten sürerken diğeri bacağımı kucağına almış ayakkabımın etiketini tırmıklıyordu :) Gelin nasıl oturtulur, yürürken nasıl yardımcı olunurun tüyolarını da oradan aldım. Gerçi bu, düğünde nikah masasına doğru yürürken eşimin eteklerine basmamı engellemedi. (Quentins: evetttttt, sürekli basıp durdun eteğime!)

Fotoğrafçı durmadan konuşarak, espriler yaparak gülümsemenizi sağlamaya çalışıyor. Bazen kendinizi aptalca bir pozisyonda hissediyorsunuz ama fotoğrafları görünce adamın işinin ehli olduğunu daha iyi anlıyorsunuz. Sonuçta 70-80 poz çekiliyor ve siz beğeninize ve bütçenize uygun olan paketi seçiyorsunuz. Tek sıkıntı satın aldığınız pozları bir CD'de size vermiyorlar. Ya daha fazla ödeyip bir kaç kopya almanız gerekiyor veya elinizdeki pozları taratarak başka bir fotoğrafçıda çoğaltabilirsiniz.

17 Şubat 2008 Pazar

Simdi ya da Asla (The Bucket List)

Amansiz bir hastaliga yakalandiklari icin hayatlarinin son demlerini yasayan iki erkek ölmeden önce mutlaka yapmalari gereken bir liste hazirlarlar ve bunu birer birer gerceklestirmeye baslarlar. "Simdi ya da Asla"yi boyle ozetleyecek olursak yanlis yapmis olmayiz belki ama filmin ruhunu kacirmis oluruz gibime geliyor.

Öncelikle film birbirine tamamen zit iki karakterin bile ayni kaderi paylasmak durumunda kaldiginda nasil dost olabildiklarini gosteriyor. Jack Nicholson (Edward Cole) sifirdan zengin olmus aksi bir multi-milyoner, Morgan Freeman (Carter Chambers) ise ailesini gecindirmek pahasina hayallerinden vazgecmis usta bir tamirci. Ikisi de kanser olup ayni hastane odasini paylasinca dost oluveriyorlar (Hayat da gercekten böyle degil midir? Normalde arkadas olamayacagimizi dusundugumuz insanlarla hic beklenmedik durumlarda kader birligi edince, aslinda o kadar da farkli olmadigimizi anliyoruz. Özellikle askerlik yapmis olanlar ne demek istedigimi daha iyi anlayacaktir sanirim). Sadece bir kac ay ömürleri kaldigini ögrendiklerinde ise ölmeden önce yapilmasi gerekenleri iceren bir liste yapiyorlar. Ciktiklari yolculukta izleyiciyi dünyanin farkli güzellikleri ile bulusturuyorlar; Misir Piramitleri ve Tac Mahal gibi.... Bircogu hemen herkesin bildigi turistik yerler. Bence de bunlar ölmeden once görülmeli ama siz siz olun mümkün oldugunca bunlari genc yaslarinizda tamamlayin ve hayatinizi bunlari tecrübe etmis olarak sürdürün.
Film, evlilik ve aile ile ilgili de ilginc bakis acilari sunuyor. Carter Chambers baba ve koca olmaktan tamamen kendi hayatini unutmus bir adam portresi ciziyor ve sokakta karisinin elini tutmadan yürümenin ozlemini yasayan bir adamken seyahatin sonunda yeniden karisina tutkuyla asik bir adama donusuyor (Filmlerde bunu tetikleyenin hep baska bir kadin olmasi da ironi olsa gerek). Ne yazik ki bazen birini ne kadar sevdigimizi ve deger verdigimizi ancak ondan bir sure ayri kaldigimizda anliyoruz. Tabii bu ayriligin sebebi ölümse cok gec kalmis oluyoruz. Günlük yasamin akisinda bazen kenara cekilip bir soluk almak gerekiyor sanirim. Edward Cole ise bize ailenin önemini ve hic kimsenin yalniz ölmek istemeyecegini hatirlatiyor. Bir multi-milyonerin bile. Filmden cikinca bir aileye, dostlara, sevgiliye veya cocuklara sahip oldugunuz icin mutlu hissedebilirsiniz. Bunlarin hicbirine sahip degilseniz film sizi melankoliye sürükleyebilir :)
Filmin bir sahnesinde Morgan Freeman eski Misirlilarin inancina göre cennetin kapisinda sorulacak olan iki sorudan bahsediyor. Bence hayatimiz icin önemli iki yol gösterici olabilir bunlar. Hayattan zevk aldiniz mi?... Hayatta baskalarina zevk verdiniz mi?

14 Şubat 2008 Perşembe

Mado

Yukarıda gördüğünüz, Engin'le benim nişan pastamız (14.04.2007). Nişan pastası bakarken henüz şeker hamuruyla harikalar yaratan bloggerları keşfetmemiştim. Onlara da zaten başka bir yazımda mutlaka değineceğim. Dolayısıyla evimizin yakınındaki birkaç büyük pastaneyi gezmiş ve en sonunda Mado'da karar kılmıştım. Ne büyük hataymış! Neyse, geçti gitti sonuçta ama Mado'dan asla bir daha pasta ısmarlamayacağımı da öğrenmiş oldum. Dilim fiyatı Nisan 2007'de ya 5,00 ya da 5,50 YTL idi, emin değilim. Sipariş sırasında özellikle üzerine basa basa belirtmiş olmamıza rağmen yandaki fotoğraftan da anlaşılacağı üzere pasta tam bir krema yığınıydı. Ben şeker hamurlu pasta istedikçe, Mado'da o zaman bizimle ilgilenen şube sorumlusu onun çok ağır olacağını, onların bizim için hazırlayacakları pastanın çok daha hafif olacağını söyleyip durmuştu. Biz de "Mado" adına güvenerek onlara bırakmıştık. Model seçiminde de 3 ya da 4 alternatif sunmuşlardı ve en iyisi bizim seçtiğimiz modeldi, gerisini siz düşünün! İsimlerimizin baş harflerini pastanın sol ve sağ kalbine işlemelerini istemiştik, işte sonuç, şaka gibi! :) Şimdi gülüyorum ama o zaman hayal kırıklığına uğramıştım doğrusu. Acemice çikolata sosuyla G.E yazmışlar. Noktayı niye koyarsın peki? Benim o zamanki soyadım E harfi ile başladığı için bu görüntü o zaman bana daha da komik gelmişti. Sanki kendime pasta yaptırmışım gibi. Bir de acaba pasta ustalarının ilkokula giden çocuğu falan mı yazdı o harfleri? Ne eciş bücüştür.

Mado'nun dondurması, waffle'ı, cheesecake'leri lezzetli olabilir ama özel bir gününüz için pasta yaptıracaksanız aman siz siz olun bir daha düşünün. Sonra söylemedi demeyin ;)
Not: Sevgililer Günü konseptine uygun bir yazı koyayım derken, aklıma nişan pastamız ile ilgili birşeyler yazmak geldi ;)

13 Şubat 2008 Çarşamba

Saç Dökülmesi

Geçen hafta size Lush hakkında detaylı bir yazı yazmıştım. Henüz okumadıysanız buradan merakınızı giderebilirsiniz :) Gelelim asıl konumuza. Son birkaç senedir sürekli saç dökülmesi problemi yaşıyorum ve bu problem sanki özellikle kış aylarında daha da artıyor _ ya da bana öyle geliyor _. Sonunda geçtiğimiz kış bir dermatoloğa giderek şikayetimden bahsettim ve benden bir sürü kan testi istedi. Tahlil sonucunda kanımda aradığımız her neyse hepsi normal seviyelerinde çıktı :) Neyse ki demir eksikliğinden vs kaynaklanan herhangi bir sorun değilmiş. Tabii sonuç böyle olunca herhangi bir ilaç vs veremedi. Onun yerine bana eczanede sağlam fiyatlara satılan kozmetik bir şampuan ile serum önerdi. Sonra da amabunlar epey pahalıdır, sen en iyisi şu markanınkileri al, o da aynı işi görür diyerek başka bir ürün tavsiye etti. Özel sigorta elbette ki karşılamadı! Neyse, ben bunu geçen kış doktorun belirttiği şekilde düzenli bir şekilde kullandım ve sorunum ortadan kalktı ama bu sene yine aynı şey olmaya başlayınca dedim bu sefer kılımı kıpırdatmam. Kime niye tavır yapıyorsam :) Tahlil, doktor, izin vs ile uğraşmamak içindi sanırım bu inat.
Aralık ayında bir akşam, İsviçre'den Noel tatili için gelen eski yazlık arkadaşımla Bağdat Caddesi'nde dolaşırken onu Lush'a sürükledim. Evet, evet, resmen sürükledim :) İstedim ki o da benim gibi tüm renkleri, kokuları doya doya içine çeksin. Sırıtarak ayrılsın o mağazadan. İşte o sırada aklıma geldi ve satış elemanına saç dökülmesi için herhangi bir ürünleri olup olmadığını sordum. Bana "Squeeky Green Shampoo Bar"ı önerdi. Taze ısırgan otu, biberiye ve nane içeren bir katı şampuan bu. Özlem'in bana yılbaşı hediyesi oldu hatta :) Yaklaşık iki aydır bu şampuanı gün aşırı her banyoda kullanıyorum ve gerçekten saç dökülmemi gözle görülür bir şekilde azalttı. Tek sorun saçlarımı keçe gibi yapması. Saçlarımı hem sertleştirdi hem de duştan sonra açması çok zorlaştı. Lush bir de buna çözüm bulsa süper olacak :) Bununla ilgili olarak foruma yorum da bıraktım ama henüz dikkate alıp geri dönüşte bulunan bir yetkili olmadı. Bu katı şampuanın fiyatı 18 YTL. Ama küçük olduğuna bakmayın, ben 2 aydır düzenli olarak kullanıyorum ve henüz bitmedi.